27 Kasım 2008 Perşembe

Çantamda keklik yokmuş,

Benim saklambacım, canım sobelemiş ya beni ya da mim mi deniyordu..

Çantamın en sakin ve masum döneminde bu görevi aldım.. öyle dönemler olurki.. Üç temmuzumun fırın eldiveni gibi çarpıcı her türlü alet edevat çıkabilirdi..kime ne lazım olsa elimi çantama atıp çıkardığım için ilk yardım çantası-insanı olarak kabul edildiğim çok olmuştur.. şu aralar iki farklı atölyeye gittiğimden kalabalığı mümkün olduğu kadar azaltıp resim malzemeleri çantalarıma aktardım gerekenleri.. kemdimce küçük olan gündelik çantamda kalanlar bu görünenler… (bu arada buruştutulup çantaya atılmış kredi kartı slipleri ve dolmuş-otobüs biletleri bu vesile ile temizlendi ve fotoğrafa girmedi..)




Şimdi de Listelemem gerekiyor sanırım..

1- Kırmızı para cüzdanı (İçi her daim doludur, hep zor kapanır ağzı.. bir sürü kağıt parçası arasında pek az banknot ve kredi kartlarını muhafaza ettiğinden oldukça şişman görünmekte..)
2- Telefon.. Malum bunun açıklaması olmaz .. aslında telefonla konuşmayı hiç sevmediğimi.. sadece haberleşmede kullanmak istediğimi.. muhabbetlerin yüzyüze olması gerektiğine inandığımı yazabilirim bu konuda)
3- 2 adet yuvarlak şeker kutusu.. birinde ilaç var..
4- Diabetik çikolata :)
5- Antalya'da Antkart denilen toplu taşıma aracı kartı (akbil gibi)
6- Müze kartı,
7- Flaşdisk
8- Çok amaçlı çakı.. (aniden tirbişon gerektiğinde kullanılmak üzere)
9- İlaçlar
10- Kolonya
11- Deodorant
12- Sergi davetiyesi
13- Not kağıdı, Kalem
14- Yakın gözlüğü, Güneş gözlüğü
15- Resim sabitleme bantı..
16- Anahtarlar
17- Ani yağmurda kullanılabilecek yağmur eşarbı..
18- Radyo kulaklığı
19- Ruj, kalem, maskaradan oluşan makyaj malzemesi..
20- Islak-kuru mendil
21- Fotoğraf makinası
22- Aventurin taşından yapılmış tespih.. ( o taşı çok sevdim bir takım olumlu etkileri olduğu söyleniyor ama ben serinlik verdiği için onunla oynamayı seviyorum. Kabadayı gibi elimde sallamıyorum ama avucumda tutup taşları seviyorum o kadar)
23- Veee daha önce çantasını yazan arkadaşlarımda hani küçük pembe yada mavi (markaya göre değişen) o şeyin bana gerekmediği ilk zamandan bu yana çantamda yaz ve kış olmazsa olmaz yelpazem.. hatta bazen yedeği de olur…
Bu görevi de böylece ifa etmiş sayılıyormuyum..
Saklanbacım okeymi…

bu kez resim eklemiyorum.. çanta içi fotoğrafı var ya.. ondan…

Sevgiler diyorum herkese..

23 Kasım 2008 Pazar

KARAKÖY İSKELESİ

Benim iskelem.. dün dışarıdaydım.. Özgür aradı senin İskelen battı dedi, Hay Allah vah vah diye kapadım telefonu, biraz yamuldu diye düşündüm.. Akşam TV de görünce inanamadım..
Evet benim iskelemdi.. hemen hemen hergün sabah akşam kullandığım iskele.. Uzun yıllar İstiklal Caddesinde, yine uzunca bir dönem Salıpazarında çalışırken..
Taaki emekli olana kadar her gün.. O nedenle benim iskeleydi..
Ne çok anı, ne çok yaşanmışlık vardı alabora olan..
Bu konuda çok şey söylendi,
Akşam TV de dedim ya.. ters dönmüş..
Evet inanılır gibi değil..
değil de beni daha çok çarpan ne oldu biliyormusunuz..
Muhabirin elinde mikrofon, soruyor ya vatandaşın duygularını.. çok kişi de hayretini ifade ediyor ya..
Orada balık tutan bir adam..bir vatandaşımız beni derin düşüncelere gark etti.. eminim birçok kişide fark etmiştir..
Sakin sakin oltasına yem takıp balık tutmaya çalışıyor..muhabir soruyor-iskeleye ne oldu- diye
Adam oltasıyla meşgul olarak.. ben buradan balık tutarım zaten orda iskele yoktu.. duba vardı bitane diyor..
Muhabir nasıl olur iskele battı.. diye olayın önemini vurgulayınca adam “napiim” diyerek oltasını denize atıyor..
İşte iskelenin batışından çok insanın batışına da şahit oldum o haberde..
Yurdum insanı denilen oydu galiba..
Karaköye (anlaşılan sık sık) balık tutmaya giden ve İstanbul’da yaşayan Vatandaşımız 1900 lerin başından beri orada bulunan iskelenin farkında değil..
onu fark etmeyen. kim yönetiyor, kim yönetmeye talip.. kim doğru kim yanlış nasıl bilsin nasıl karar versin..
E işte oy kullanıp vatandaşlığını yapıyor.. sonra oltasına yem takıp bir iki balık daha tutmaya çalışıyor..
Vah yurdum insanı.. vah yurdum insanları.. vah biz..
Vak ülkem.. vah iskelem…
İşte benim de iskelem battı..

Yapılır yenisi.. umarım eskiyi anımsatan mimari ile yaparlar, geçmiş olsun İstanbulum..

Aşağıdaki suluboyanın konuyla ilgisi yok.. biraz gayret etseydim de uyan bi resim yapsaydım iyi olurdu ama ben de bu ülkenin tembel vatandaşlarından biriyim.. napiim..
Afacan kız resmiyle idare edeceğim artık..

Sevgiler dostlarım…


20 Kasım 2008 Perşembe

RESİM

Önceki yazıyı, bir önceki beni hüzünlendiren yazım geride kalsın diye yazmıştım.. şimdide kusurlu güvercinlerin (haklarını yemeyelim..güvercinlerin hiç kusuru yok da benim onları resmetmem kusurlu) geride kalması için yazıyorum..

Bu blog sayfasına sahip olmaktaki amacım, yeni başladığım resim konusunda fikir alışverişinde bulunmak, yaptığım resimleri yayınlayarak benim göremediğim kusurların bana bildirilmesini istemekti..
O nedenle de hemen hemen her yaptığım resmi buradan yayınladım aslında çok az olumsuz eleştiri aldım.. çok az kusur olduğundan değil tabi.. arkadaşlarımın çoğunlukla hoşgörülü olduğundan..
Söylemişimdir daha önce de resmi yapıp incelemeden yayınlıyor sonra görüyorum kusurları.. aceleciliğimden.. düzeltme şansım varsa sonra düzeltiyorum yoksa çare yok..
Arşivde görünen bir çok kusurlu resmin tuval bezlerini yolup, çıtalarını ayırdım.. eve sığmıyor artık..
Bahsettim mi bilmiyorum Antalya’daki ev küçük benim gönlüm büyük.. hep resim yapmak daha yapmak istiyorum..
Bu yazıyı uzatmayayım.. yukarı baktım da kayda değer bişey yok.. yazıyı kesip resmi ekliyorum.. amaç oydu zaten.. yine bi aralar nette bulup arşive attığım çocuk fotoğrafından çalıştım.. pasaklı, maviş kız çocuğu..
Aklımın, ağzımın ve parmaklarımın daha iyi çalıştığı bir zaman daha hoş bişeyler yazmaya çalışırım..
Hadi şimdilik hoşçakalııın sevgili dostlarım..


16 Kasım 2008 Pazar

BAŞLIKSIZ YAZI

Yazayım, yazayım dimi hüzünlü yazılar hatta hüzünlerin bizzat kendileri geride kalsın..
Yazayım da ne yazayım..
E nasıl olsa biz bizeyiz bu bloggerda , artık tanıyoruz bir çoğumuz birbirimizin özelini üç aşşa beş yukarı, hatta beş aşşa on yukarı..
Sevgili Ece yazmış geçenlerde..
Eşleri ile var olan kadınlar.. ya da öyle görünmeyi daha doğru bulan kadınlar.. eşlerinin ne kadar yüce olduğunu (aslında olmadığını bilse de öyle göründüğünü) düşünüp kendilerinin de yüceldiğini düşünen kadınlar.. Genellikle iş çevrelerinde olur bu ilişkiler..ve hep komik gelmiştir bana..
Biz, yani özgür ruhlu kocam ve ben uzun yıllar aynı kurumda çalıştık, o nedenle ikimiz de hiç rol yapmaya gerek görmedik..
Benim uçanı yere indirme takıntım nedeniyle (yanımda hiç bi konuda palavra atamaz derhal benim haayırr hiç öyle değil diye itirazımla karşılaşırdı garibim), Özgürün de beni çocuk zannederek, karşıdakine beni tanıştırırken “bu da benim hergele fındık” diyerek, karşıdakini “memnun oldum hanfendi” mi desin, yanağımdan kesme mi alsın şaşırtıp, bu nedenle de işin ciddiyeti kaçırması, çevremizdekilerin bizi hep ailelerindenmiş gibi görmelerine sebep olurdu.. Çalıştığımız Kurumda (artık reklama girmez Töbank’ta) Çalışma yaşamımın başlarında yani genç yaşımda kurumda Özgür’ün karısı olarak anılmaya kızardım..
Bu konuyu düşününce bu duygumu örnekleyen bir anı geldi aklıma..
Özgürün çalıştığı departmanda seyahat boldu..Evlenene kadar Ankara dışına sık giderdi, Evlendikten sonra azaldı seyahatleri ama ara ara yine gerekirdi.. Yine bir iş gezisi konu oldu, benimde izin alıp birlikte gitmemi istedi..
Ben Bankanın en ciddi, izini en zor veren müdürü ile çalışıyordum, Özgürü reddettim.. Konuyu kapattım.. Akşam evde bir telaş “hadi iyisin hazırla çantanı, ben izin aldım senin müdüründen” diyen bir koca..
Öffffff bendeki öfkeyi görmelisiniz.. seyahati çok sevmeme rağmen benim yerime izin alınması beni nasıl çileden çıkarmıştı..
“Benim velayetim sende mi? benim yerime nasıl izin alırsın.. ne demek, ben salakmıyım, izin almaya kocasını yollamış konumuna düşmedim mi şimdi.. vıdı vıdı vıdı” şeklinde bir küçük kıyametten sonra ertesi günü işime gittim her zamanki gibi..
Müdürümüz odaya gelip beni görünce..
A aa siz bu gün izinli değimliydiniz diye sormuş, Ben de kurum kurum kurularak – “yooo ben sizden izin istediğimi hatırlamyorum” Diye cevap vermiş bu durumdan da çok keyf almıştım..
Sonraları Töbankta hep Ben Funda, Özgür de Özgür Oldu.. Töbanktan sonra da bu böyle sürdü..
Banka Ankara’dan İstanbul’a taşındı, ailelerimiz Ankara’da kaldı.. ardından tatiller, bayramlar seyranlar nedeniyle Ankara seyahatleri başladı..
İkimizin de annesi Ankarada..
Biz Ankara’ya üç gün beş gün gidiyoruz, gittiğimiz gün ben birkaç saatliğine kayın valideme gidiyor öpüyor, gönlünü alıyor anneme geçiyorum.. Özgür birkaç saatliğine Anneme gelip yasak savıyor, sonra gerekiyorsa ara ara birlikte gideceğimiz dostlarda görüşüyor ve İstanbul’a dönüşte buluşuyorduk..

O zaman da yadırganıyordu bu bizim hem evli olup hem de herkesin kendi annesinde konaklaması..
Birimizin mutlu diğerinin mutsuz olmasını biz bu şekilde önlemiştik.
Hep söylerim ya Özgür ruhlu kocam özgür ruhludur ve asla kısıtlamaya gelmez..
Ben de hiç te öyle görünüm sergilemesem de özgürlüğümün kısıtlanması beni çok rahatsız eder..
İşte bu nedenle Özgür ruhlu kocama baskı yapmayı ve daha çok Antalya’da yaşayalım demeyi düşünmüyorum, O da benim Özgür ruhumu kısıtlamıyor daha çok İstanbul’da yaşayalım demiyor.. Ben O’na misafir gidiyorum, O bana misafir geliyor..
Daha çok flört ediyor, daha az kavga ediyoruz..
Annem dahil kimse anlamıyor bizi, ne biçim evlilik diyor.. yakınımızda olmayanlar dargın olduğumuzu düşünüyor, biraz yakın olunca her gün her konuda telefonlaştığımızı (birlikteyken daha az konuşacak konumuz oluyor) görüp şaşırıyor..
Yani ayrı ayrı bireyler olan bir çiftiz biz. Tek benzeri öteki teki değiliz.. benzemez kimse bize 

Resim ekine gelince Benim her konuda danışmanım olan (özellikle kılık kıyafetime karıştığında beni daha ince göstermeyi başaran aslında aksi gibi görüşleri de hep doğru çıkan) Saklanbacımın annesi benim 2 yaştan az farkla ablam Fulya’nın hiç beğenmediği suluboya güvercinleri ekliyorum.. Napiim bu yazının altına ve önceki yazının üstüne “barışı temsil eden güvercin resmi” eklemek istedim.. idare edin artık…

Sevgi dolu gönül birliktelikleri dilerim dostlarıma…

12 Kasım 2008 Çarşamba

ÖZLEM

İnsanın yaşamında içini acıtan ama konuşmak istemediği konular vardır ya, ya da herkesin yoktur da benim var..
Saklanbaçımın eski arkadaşını bulduğu yazısını da okuyunca yazmak istedim…
Üç yılı geçmiş, içimi acıtan ama hiç dillendirmek istemediğim konunun üzerinden.. bu konuda konuşmak istemememin sebebi çok canımın yanması..
belki bir psikoloğa gitsem hemen ortaya çıkacak ruhumun yüzeyinde hemen görünecek bir sorun bu.. benim sorunum.. sadece benim sorunum..
Hiç alışık olmadığım bir durum olması belki bu denli üzülmeme sebep..
Benim kişisel özelliklerim içinde söylenir ben de bu konuda tevazuu göstermem..Dostluk, arkadaşlık çok önemlidir benim için ve beni tanıyan, görüştüğüm tanıştığım dostluk kurduğum kişilerce sevildiğime inanırım..
Bu inancıma en çok katkısı olan, beni bana çok değerli hissettiren bir arkadaşım vardı.. vardı değil var.. benden uzakta ama var, dilerim hep var olur..
Arkadaşlarımı hep severim, çocukluğumdan bu yana benim için çok önemli olmuştur arkadaşlık kavramı..
Neyse içimi acıtan konu benim en sevdiğim dostlarımdan biri benimle dostluğunu kesti.. Üç yıl önce.. muhtemelen yanlış anladı beni, oysa yaşadığı zor günlerde hep yanında olmak istedim..
Yolunda gitmeyen evliliğini sonlandırmak üzereydi.. yine onun mutluluğunu arzu ederek, belki onun için daha iyi olur diye düşünerek, tabiî ki hiç ısrarlı olmadan belki geçici bir sorundur düzelir diyerek.. Onu hiç kaybetmek istemediğini söyleyen, Onu hiç üzmemeye kararlı olduğuna beni inandıran eski koca ile görüşmeyi sürdürdüm, belki Onun yani kendi arkadaşımın mutluluğu için elimden bir şey gelir diye..
O arada üzmeyeceğine inandığım eski koca üzdü Onu, ben Arkadaşımı üzen kişi ile o an görüşmeyi kestim…
Ama benim çok sevdiğim arkadaşım kocası ile görüşüp taraf olduğumu düşündü sanıyorum,
Son Telefon görüşmemizde böyle düşündüğünü ifade etti..Daha sonraki aramalarımı yanıtlamadı..
Çok uzun yıllar hep Onun mutluluğuyla mutlandım, üzüntüleriyle üzüldüm, başarılarıyla gururlandım, övündüm..
Birdenbire çıktı yaşamımdan büyük bir boşluk bırakarak..
Ben kırıldım Ona, çok kırıldım.. beni bana en çok değerli hissettiren dostum birden çekildi hayatımdan..
Hep o boşluğun yarası acıdı, sık sık rüylarımda gördüm onu.. İstanbul’a gittiğimde Tekrar aramadım bu sefer...Ondan bekledim bu sefer..
Dün gece rüyamda tekrar gördüm ve bu günüm, tüm günüm hep onunla geçti..
Rüyamda beni anladığını, daha önce yanıldığını söylüyordu, sıkıntılıydı.. yanında olup sıkıntılarını hafifleteceğimi düşünerek buluşma noktamıza gidiyordum heyecanla, gidemeden uyandım.. çok üzüldüm uyandığıma, tekrar uyumak istedim.. olmadı,
Gözyaşlarımdan yastık ıslanmıştı, gözümü açtığımda Çıtırım hayretle yüzüme bakıyordu..
Kalktım O’na bir mail yazdım.. ulaşmadı mail adresi değişmiş muhtemelen.. Hiçbir hatam olmadığı halde (ben böyle düşünüyor ve inanıyorum ama) benle görüşmeyi kesen arkadaşımı çok özledim ve gurur yapıp söylememem gerekiyor belki..
Evet O’nu çok özledim ve elimden bir şey gelmiyor..

İçimde büyüttüğüm bu acıyı paylaşmak istedim sadece bu gün, bu rüyamdan sonra..

Hani derler ya acılar paylaşılınca azalır diye.. Belki azalır.. azalır mı ? Sanmıyorum.. yazarken çoğaldı sanki..

Neyse daha fazla karartmıyayım içinizi..
Dostlarım…

Bu gün resim eklemek de gelmiyor içimden..
Sevgiler size…

8 Kasım 2008 Cumartesi

Sol Gözün Sağ Göze Faydası Yok

Sol gözün sağ göze faydası yok derler.. yokmuş sahiden…
Bişey biliyorum da söylüyorum, uydurmuyorum..
Efendim anlatayım.. geçenlerde yani bir hafta on gün filan önce atölyede resim çalışmaktayım, özgür ruhlu kocam da denizden çıkmış, havlusu mayosu ile Antalya çarşısında dolaşmakta iken sezon sonu indirimi yapan gözlük mağazasına uğramış..
Hem o günün yarını yine İstanbul'a kaçacağının suçluluk duygusu hem de mağazadaki sahip ya da satış görevlisi olan gerçekten çok güzel alımlı sempatik hanımla biraz daha hoş beş yapabilmek için bana bir güneş gözlüğü almaya karar vermiş, acele beni çağırdı.. Hem bana hediye alıp beni sevindirecek hem de satış yapan ahuyu mutlu edecek bir taşla iki kuş..
Benim Özgür ruhlu kocam her zaman açıktır da gizlisi saklısı yoktur. Bana çiçek alır bazen İstanbul’da, ben aa teşekkür ederim derken Modada bi Roman arkadaşımız var, onu sevindirmek için aldığını söyleyiverir..Onun sevindiğine benim de sevineceğimi bildiğinden..
Neyse ne diyordum.. haa ben o güzel hanımın mağazasında gözlük denerken, sen gözlüğün birinin sapı girmesin mi sol gözüme..girmesin tabii ama girdi bikere.. bir de benim ağrı eşiğim yüksek.. gözüm acıyor, yanıyor, şıpır şıpır akıyor ama, hani çıksak o satıcı satış yapamayacak.. olmaz.. tek gözle bi gözlük seçtik, aldık, gayet havalı bi gözlükle eve geldik..
Bütün gece yanan akan gözle sabahı yaptık, sabah özgür ruhluyu istanbul’a yollayıp ben göz doktoruna yollandım, Doktor şikayetiniz ne diyince..
Ben… eee şeyyy gözlüğün sapını gözüme soktumda, acıdıydı filan gibi geveledim.
Baktı, hmmm saydam tabaka yırtılmış kapatıcaz bu gözü diğerini de bir süre yormayacaksın dedi..
E benim o gün atölyeye gitmem lazım, gözümü yormam lazım..
Kapandı gözüm.. kalkıp gittim atölyeye.. ooo çok merhamet topladım üstelik resim de yapıp “ben bu resmi gözü kapalı yaparım” diye havamı da attım..
Ama arkadaşlar ister ayıplayın (bu dönemde iyimserlik, pozitif düşünme ya da polyana felsefesi salaklık olarak düşünülür) tek gözüm kapanınca iki gözün önemini fark edip çok sevindim. İyiki iki gözüm var ve ben bu kazayı iyiki yapıp bunu anladım diye.. sahiden söylüyorum, laf olsun diye değil..
Tek gözle neler yapabileceğimi test ettim.. diğer gözümü yormamak için tenha ve dümdüz yollarda açık olanı da kapayıp 25 adım 25 adım yürüyerek düz yürüyüp yürüyemeyeceğimi denedim.. kendi kendime eğlendim..
Dee bide kötü şeyler öğrendim.. benim akranlarım hep yakın gözlüğü kullanır, bana çok gerekmezdi, ben gencim güzelim, her dem tazeyim diye hava yapardım.. meğer benim yakını gören gözüm o kapananmış. Gözlüksüz, büyüteçsiz hiçbir yazıyı okuyamadım. Kendimi öğrendim..
Neyse bu konu çok uzadı.. kontrole gittim, yırtık kapanmış, bandaj açıldı, ama hassasiyetin geçmesi için bir hafta daha bekleyip, göz dibi ve görme muayenelerini o zaman yapacakmışız.
Yani konunun özü, açık olan gözümün kapalı gözüme faydası olmadı..
Ama artık iyiyim ve gözlük almaya gittiğim gün atölyede yaptığım suluboya nü de bu sayfaya girmeyi hak etti bence..
Hadi siz de bakın..
Hepinizin (ve sevdiklerinizin) gözlerinize ve diğer tüm duyu organlarınıza ve hatta tüm bedenlerinize sağlıklar sağlıklar diliyorum.
Sevgiler…