30 Aralık 2008 Salı

KUTLU MUTLU OLSUN..

Yeni yıl yazısı yazmadan olmayacak..
Şu anda, fiziki ve de ruhi şartlarım yazmaya çok elverişli olmasa da ben de dostlarıma yeni yıl için iyi dileklerimi sunmalıyım..
Şartlarım neden mi elverişsiz..
Ciddi bir soğuk algınlığı yaşamaktayım. (ciddi derken yani somurtuk anlamında) amma ben de, ben sem bu soğuk algınlığını bu gün hadi bilemediniz bu gece yok edeceğim..
Onunla mücadele etmekteyim.. doktorun önerdiği ilaçlar artıı portakal suyu.. ada çayı.. zencefil çayı, ıhlamur, vicks, gargara, leblebi (pardon leblebi araya karışmış) battaniye.. sıcak duş..termafor gibi her türlü silaha sahibim..
Yeni yıla dipçik gibi gireceğim (duydun mu sekret yasası)..
Gündüz yatma adetim hiç yoktu ama şimdi şu yazıyı bitirip yatayım.. akşama Özgür Ruhlu İstanbul’dan gelecek bana çorba yapacak.. ben de azcık abartıp hastalığımı nazlanacağım. (herhangi bir hareketi –buraya örnek yazacaktım ama çok uzar-menepoz halimle sinirime dokunup nazlanacağımı unutup didişmeye kalkmazsam, çoğu zaman unutuyorum nazlanma kararımı)
Evet uzatmadan yatacağım şimdi..
Geçen gün, genç hocamız Tuba Ezgi’mizin atölyesinde pastel boya ile yaptığım sigara tüttüren dedenin resmini ekliyorum.. daha önce de benzer bir resim yapmıştım yine pastel boya ile blogcu sayfamın arşivinde duruyor.. bu o değil başka..
Konuya konsepte uygun değil ama son yaptığım resim o.. (aa uydurabiliriz konsepte.. Noel Babanın sigarayı bırakmadan önceki yaşamından bir kare diyebiliriz)
Birde ben nedense yaşlı amca resmi yapmayı çok seviyorum.. altında ne gibi psikolojik neden var bilemiycem.. Dedeleri seviyorum.. ama henüz kimseye size dede diyebilirmiyim demedim..
Ayy saçmaladım.. ben grip olunca hep saçmalarım aslında..
Hadi yeter Fundaaa…

Yeni yıl mesajımı da yayınlayayım eksik kalmasın..
BÜTÜN OKUYANLARIN HEM KENDİLERİ, HEM YAKINLARI HEM ÇEVRELERİ HEM ÜLKELERİ, HEM DÜNYALARI (başka gezegenlerden okuyan olma ihtimali üzerine çoğul yazıyorum dünyayı) HEM EVREN İÇİN DİLEDİKLERİ TÜM YARARLI VE OLUMLU DİLEKLERİ GERÇEK OLSUN DİLİYORUM…

Sevgilerimle…




25 Aralık 2008 Perşembe

MİM

Sevgili Dolfin mimlemiş..
Güzel bir konu.. ilk önce yaa 10 şarkı çıkamazki dedim ama sonra bi düşününce 10 a indirmek için elemek zorunda kaldım..
Benim müzikle ilgim galiba biraz karışık..
Sevdiğim, dinlediğim ya da dinlemek istediğim şarkıları sıralayınca anladım ben de..
Yazayım da siz de görün ..
1- diye başlıyorum evet benim ilk ve dinlemeye doyamayacağım şarkı.. Yahya Kemal'in sözlerini besteleyen Münir Nurettin’in şarkısı “ Endülüs’te Raks”..Müzik ve sözlerdeki uyuma bayılıyorum o şarkıyı dinlerken kırmızı katkatlı elbisesi, dekoltesinde bir kırmızı gül, alnında bir halka kakül ile siyah gözleriyle etkili bakışlarıyla raks eden hatun geliyor gözümün önüne..”raks ortasında bir durur, oynar yürür gibi..bir baş çevirmesiyle bakar öldürür gibi” sözleri beni eğlendiriyor..

Korkmayın her şarkıyı böyle anlatmıycam sade şarkı isimleri ve yorumlayanları yazacağım..

2- Good by my love - Demis Rousses
3- Benzemez kimse sana – iyi söyleyen her şarkıcı olur..
4- Singing in the rain – Frank Sinatra
5- Gül yüzlülerin şevkine gel – Benim içinde bulunduğum TSM korosu (bi güzel söylüyoruz ki – hele “dümdereladir na tenedir na tenedir ney aman aman” diye bir nakarat bölümü var ki bayılıyorum :))
6- Padam padam - Edith Piaf
7- Git, Firuze, Gülümse ve daha… Sezen Aksu
8- Yesterday – Beatless
9- Rüzgar, Ne ağlarsın benim zülfü siyahım, Anladım ve daha.. Leman Sam
10- Güneş topla benim için ve daha.. Zülfü Livaneli

Başkada çokmuş.. bir çok TSM şarkısı .. Özdemir Erdoğan şarkıları, Işın Karaca'nın söyledikleri, Nilüfer'in söylediği Kayahan şarkıları..
Arkadaşımın kızı klasik müzik sanatçısı olduğundan bu yana da bir çok klasik batı müziği parçaları dinlemeyi seviyormuşum meğer..
Şöyle bir düşündüm de ben de müziksevermişim de bilmiyormuşum..
Dolfinin sayesinde farkına vardım…

Not: daha önce bahsettiğim “içinde bulunduğum koro”nun vereceği konserde ben de siyahlar giyip konsere iştirak edecek, benim yaşımda (3 aşşa 5 yukarı-5 yukarılar çoğunlukta-) kart hanımlar ve beylerle dizilecek becerebildiğim şarkılarda iştirak edecek beceremediklerimde söylüyor gibi yapacağım..hani eski TRT koroları vardı ya asık suratla neşeli şarkılar söyleyen korolar.. işte aynı öyle bir konsere katılacağım muhtemelen :))

Haydi madem yazı var bir de resim olsun aşağıda.. yine Aivozovky’nin bir resminin fotokopisini dağıtmıştı atölyede hocamız..siyah-beyaz fotokopi.. bizim renklendirmemizi istemişti.. işte o resme bakarak yaptığım Suluboya resmi ekledim aşağıya..

Sevgiler dostlarım…

21 Aralık 2008 Pazar

KOLAJ

Biliyorum çok ara verdim..
Yazamadım ya da yazmadım.. yazmak için bişeyler olmalı..
Önceki yazımdaki gibi gece yarısı sokakta kalmak değil tabi konu ama.. elle tutulur klavyeye gelir bişeyler olmalı..
Son zamanlarda benim için önemli sayılacak neler oldu bi düşünelim...
Hani hayatımda iki gün resim çalışması beni doyurmuyor daha daha bişeyler yapmalıyım istiyorum ya (bu yapacaklarım ev kadınlığından uzak konular olsun da ne olursa olsun)
Yine başka bir parantez (aslında aylardır günümün 24 eksi 8 saati benim nazlı Anneciğimin nazı ile oynamakla, Onun yönetiminde Onunla diz dize göz göze bizim evin dört duvarı içinde yaşamaya zorlanmakla geçmesi nedeniyle coşmuş olabilir bu dışa açılma arzusu)
Ayy Çıtıır bırak iki satır yazayım.. Şimdi yalaka kedi modunda, yazı yazdığım parmaklarımı yalıyor iştahla, bide uzanıp öpmeye çalışıyor, harfleri göremiyorum..

Geçen yazıda söz etmiştim… koro çalışmaları ardından da diksiyon çalışmaları..
Anneciğimden izin alıp katıldım, bu Çarşamba Koroda 2 şarkı terennüm ettik benim iznim bitti, Perşembe Ümit Yaşarın birkaç şiirini konuştuk, iznim bitti eve döndüm koşa koşa..
Biraz gecikirsem Anneciğim “neyin nesididir bilmem ki çok şiddetli bir ağrı var başımda” diyerek bidaha dışarı çıkma demek istiyor..
Evdeyken de birlikte Esra Erolu izleyelim, markete birlikte gidelim.. pek misafirliğe de gitmeyelim.. pek misafir kabul etmeyelim, misafiri severiz de aslında da mükemmelciyiz ya.. yakın veya uzak bir konuğumuz gelecekse kırmızı alarm verilir, ev tertemiz mum gibi olmalı, ikramımız abartısız ama bol çeşitli, sağlıklı yiyeceklerden oluşmalı, kalıp gibi ütülü masa örtülerinde şık sofralar kurulmalı.. Ben de hiiiç bu türlü ev sahibi olamadığımdan bize gelen “benim dostlarım-yakınlarımdan” utanır ve gelmesinler ister Anneciğim..
Ben de İstanbulda gelen kanuklarıma “ ay kusura bakmayın benim şık ikram malzemelerim antalyada buradakiler kalan döküntüler” diyorum, Antalyada ise tam tersi ay ben iyileri istanbulda bıraktım dandikleri buraya getirdim diyerek kandırıyorum konuklarımı.. iki tarafı bilenler zaten biliyor beni.. (bilmeyene de ben söylüyorum sonra gerçeği ya )
Bu gün, hani hep bahsederim ya benim sevgili dostlarım var, Patronumla Pamuk’um diye.. Benim eski Müdürüme Patron dedik baştan öyle kaldı ismi.. Pamukta aslında Nedret ama sahiden Nadir bulunan.. yumuşacık ve beyaz O da O nedenle Pamuk..
Patronumun doğum günü bu gün.. dönence günü.. Yine Anneciğim izin vermediği için Akşam yemeği programı yapamadık daha önceki doğum günü kutlamalarımız gibi.. Akşam üzeri birkaç saat izin aldım..deniz kenarında büyük kadehlerle ikişer kadeh şarabımızı içtik kutladık yeni yaşı.. Eve vaat ettiğim saatten bir saat geç gelebildim.. yine anneciğimin baş ağrısı tutmuş “neyin nesidir bilmemki” türünde..
Yarın resim çalışmam vardı Atölyede ama, bu gün başağrısına sebep oldum madem yarın diz dize oturayım da tv izleyelim birlikte diyorum…yani dersimi kırmak niyetindeyim..

Hadi resim konusuna geçelim, bu yazı kolaj gibi ordan buradan olur diye düşünerek başlıklandı ama yine yaşamımda olduğu gibi yazıda da Anneciğim daha çok yer kapladı…
Resmi anlatayım mı önce, Salı günleri gittiğim atölye de kolaj öğrendik. Bir minik genç hocamız var.. çeşitli resimleri bir kartona yapıştırıp, araya kendi çizimlerimizi katıp, fonu da suboya ile boyayalım dedi.. ben de biraz dergi gazete vs. den iki adet te eski fotoğraf fotokopisinden yararlanarak araya da bi şarap şişesi çizip yaptım kolajı.. eski fotoğraflardan üç kişi olanı tanıyan kalmamış.. yıllaaar evvel kaybettiğimiz teyzemizin okul arkadaşıymış Didar.. resimdekilerden biri O, ama hangisi bilen yok.. bu bilgi resmin arkasındaki yazıdan..
Diğer iki kişilik resimde koyu renk elbiseli olan Anneciğim, açık renk elbiseli genç kız da yıllar sonra kavuştuğum sevgili Gül Halam..
Önce o yaptığım kolajı ekliyorum aşağıya…


Sonra o yaptığımız kolajı sulu buya kağıdına çizip boyamamızı istedi küçük hocamız. E ben de yaptım o minicik resimde Annem kendi yüzünü beğenmedi, onu çirkin zannetmeyin o tarihte yüzü aşağıdaki gibiydi.. bir vesikalık fotoğrafını daha aşağıya ekliyorum ki okurlar gerçekleri bilsin…



Kolaj Molaj yine bol laf çıktı çok uzattım yine .. isterseniz yarısını okuyun derim.. ama resimlere bakın olur mu…

Hoşçakalın.. Sevgiler hepinize…

4 Aralık 2008 Perşembe

Gece Hayatı,

Sevgili arkadaşlarım…Son dönem yaşantımda iniş yook çıkış yoook..tu hayatımdaki en büyük heyecan Annemin düiretik aldığı Pazartesi ve Perşembe günleri tuvalete yetişmesini sağlamak, yetişince sevinmek şeklinde tezahür etmekte idi..
Pazartesi Salı Atölyede resim çalışmalarım hariç..
Ne gece hayatı, ne gündüz eğlencesi nede kültürel aktivite..
Daha önce bahsettiğim gibi Nazlıların nazlısı Anneciğim kışın Saklanbacımın Annecisi benim Fulyamla birlikte..Ben de yazları Onlar Antalya’ya geldiği zaman Annemi alıp hem hasret giderip hemde Fulyamı biraz dinlendirmek istiyorum…
Sağolsun Annemi hoşnut etmek oldukça zor olduğundan hoşnut etmeye çalışan yoruluyor.. biz de iki kardeş daha çok birbirimizi düşünürüz, Fulya beni ben Onu dinlendirmek için gayret sarfederiz..
Uzatmayayım efendim geçtiğimiz hafta Beni dinlendirmek için (ama bu amacımızı da anneme hissettirmeden) Annem Fulyaya misafir oldu.. Benim Özgür ruhlunun da gelmesine birkaç gün var.. bayramda bana misafir olacak :))
Ve ben yine birkaç günlük doyasıya özgürlüğü yaşamalıyım..
Diye düşünerek ve gündüzlerimi boşa çıkarmak amacıyla..
Zaten küçük olan evimizi temizlemeye kalktım.. Çıtırımla ikimiz giriştik temizliğe..
Benim enerjim genellikle gece gelir saat 23 ten sonra..
üzerime oldukça ince eski bir penye pijama giyerek elimden geldiği kadar bir şeyler yaptım, temizlik adına..
bir de bizim apartmanda aslında iyi bişey olan bir özellik var, depo mu denir kiler odası mı denir.. her dairenin giriş kapısının yanında küçük birer odacık vardır o daireye ait..
işte oraya koyabileceğim eşyaları da ayırdım.. saat 02:30 ta temizliğim bitti, evin anahtarını kapıdan çıkardım, elime aldım, kilerin anahtarını da aldım kapıyı açtım.. çıtırımın peşimden gelmemesi için kapıyı çektiiim kileri yerleştirdim, döneceğim aa aaa evin anahtarı yok.. evde elime aldıktan sonra tekrar bırakmışım..
saat 02:45 üzerimde incecik ve terden nemlenmiş pijama..
İçeride çıtırım miyav miyav bağırıyor..
Apartman uykuda.. site uykuda.. Antalya uykuda Ülke zaten hep uykuda..
Tanrım ne yapacağım şimdi.. Antalya’ya geldiğimden beri hiç komşuluk ilişkisinde bulunmadım kimseyle (birkaç kedisever hanımla sokak sohbeti dışında)
Çaresiz site görevlisinin kapısını tıklattım.. saat 03 e gelmekte.. ailece kapıya çıktılar..
Aklımı pek fazla kullanacak durumda değilim O da telefonumla birlikte içeride kalmış..
Burada yani aynı sitede oturan arkadaşımın annesinde anahtarım var Ama O da kızında ve uzakta.. Fulyada da anahtar var ama saat 3 te arayıp heyecanlandırmak istemiyorum.. (Ertesi sabah her iki taraftan da sıkı fırça yedim ama neyse o konu dışı şimdi)
Evde çilingir numarası var ama ev bende değil, Site görevlisinde çilingir numarası yokmuş..
Haydaaa.. neyse aklıma geldi çilingirlerin kayıtları karakollarda vardır..155 ten yakın karakol telefonu oradan da yakın çilingir telefonu alıp çağırdım çilingiri, site görevlisinin eşinden bir ceket isteyip saat 03 te sokakta çilingir beklemeye koyuldum, yarım saat sonra acemi ve tıfıl bir çilingir geldi.. O da en az yarım saat uğraştı ve been eve sabah 04’te girebildim nemli ve buz gibi olmuş pijamalarım ve parmakarası terliklerimde buz kesmiş ayaklarımla..

Derhal sıcak bir duş bir kadeh beherova (Pamuk ve Patronumun pragdan getirdiği her derde deva likör) içimi ısıttı..
Üzerine iyi bir uykuuu..
Sabah oldu Zaten az önce de sabahtı değilmi, yani öğle üzeri oldu.. kalkıp kahvaltımı yaptım..
Resim kursunda tanıştığım ve son derece hoş bulduğum arkadaşlarım Peyman ve Meral’in beni yüreklendirerek davet ettikleri Anşoyad’ın (Antalya Şairler ve Ozanlar Derneği) TSM Koro çalışmasına gitmeyi hak ettiğimi düşündüm akşamki sıkıntının üzerine..
Gerçekten de bülbül seslerin arasında benim acaip ve yeteneksiz mırıldanmalarım kaynadı kimse kim bu yeteneksiz demedi..
3 şarkı meşk edildikten sonra Diksiyon çalışmaları yapan guruba da dahil oldum Peyman ve Meral’le birlikte.. Diksiyon dedik, şiir seven doğru vurgulamayı, doğru ve anlamlı konuşmayı en doğru şiirle belleteceğine inanan galiba gerçekten değerli, vaktiyle hem A.Ü de hem de İ.Ü de hocalık yapmış bir hocanın idaresinde şiirler okuduk.. Şiirden hiç anlamayan beni (sesimin çok yumuşak olduğunu, müzikal tınıları olduğunu söyleyerek ve bana müthiş gaz vererek ) bu işe sardıracak kadar etkili bir hoca..
Neden olmasın.. Geç kalmadım ki…
Gece o nemli pijamalarla Antalya’da olsa sokakta sabahlayınca hasta olmadığıma sevinmiş ve kültür patlaması yapıp günlerimi değerlendirdiğimi düşünmüştüm..
Meğer bedenim sorun çıkarmayı ertelemiş.. Kültür dolumunun bir kısmını bu geceye ertelemiştik Fulya ve Eniştem ve Annem ve Ben Antalya Devlet Tiyatrosuna katkılarımızı sürdürmeye kararlıydık.. nitekim gittik Oyunu izledik, Sevdik te ( Benim Doktor Oğlum isimli oyun) Ama hem keyif hem ızdırap bir arada oldu.. göğsüm tutulmuş.. kasım, kemiğim, soluk borum ne varsa o bölgede müthiş canımı yakmakta.. bol kas gevşetici pomat ve hapla yarı uykulu izledim şimdi başıma gelenleri de yarı uykulu yazmaktayım sizlere..
Hani durum böyleyken böyle diye..
Hani Ece merak etmesin..Simurgum uğradığında yeni bir iki laf görsün, Ataletim bi baksın..
İsmini yazamadığım sevdiğim dostlarım da yorum yazsın diye..
Resim ekleme prensibim doğrultusunda atölyede yaptığım Aivazovsky den aparma bir suluboya resim var aşağıda..
Hadi eleştirilerinizi ve yönlendirmelerinizi bekliyorum..
Sevgilerimleee…

Ayrıca Bayrama kadar yazamazsam İyi Bayramlar, İyi Hafta Sonları..
Yani ne varsa önümüzde iyi olsun…


27 Kasım 2008 Perşembe

Çantamda keklik yokmuş,

Benim saklambacım, canım sobelemiş ya beni ya da mim mi deniyordu..

Çantamın en sakin ve masum döneminde bu görevi aldım.. öyle dönemler olurki.. Üç temmuzumun fırın eldiveni gibi çarpıcı her türlü alet edevat çıkabilirdi..kime ne lazım olsa elimi çantama atıp çıkardığım için ilk yardım çantası-insanı olarak kabul edildiğim çok olmuştur.. şu aralar iki farklı atölyeye gittiğimden kalabalığı mümkün olduğu kadar azaltıp resim malzemeleri çantalarıma aktardım gerekenleri.. kemdimce küçük olan gündelik çantamda kalanlar bu görünenler… (bu arada buruştutulup çantaya atılmış kredi kartı slipleri ve dolmuş-otobüs biletleri bu vesile ile temizlendi ve fotoğrafa girmedi..)




Şimdi de Listelemem gerekiyor sanırım..

1- Kırmızı para cüzdanı (İçi her daim doludur, hep zor kapanır ağzı.. bir sürü kağıt parçası arasında pek az banknot ve kredi kartlarını muhafaza ettiğinden oldukça şişman görünmekte..)
2- Telefon.. Malum bunun açıklaması olmaz .. aslında telefonla konuşmayı hiç sevmediğimi.. sadece haberleşmede kullanmak istediğimi.. muhabbetlerin yüzyüze olması gerektiğine inandığımı yazabilirim bu konuda)
3- 2 adet yuvarlak şeker kutusu.. birinde ilaç var..
4- Diabetik çikolata :)
5- Antalya'da Antkart denilen toplu taşıma aracı kartı (akbil gibi)
6- Müze kartı,
7- Flaşdisk
8- Çok amaçlı çakı.. (aniden tirbişon gerektiğinde kullanılmak üzere)
9- İlaçlar
10- Kolonya
11- Deodorant
12- Sergi davetiyesi
13- Not kağıdı, Kalem
14- Yakın gözlüğü, Güneş gözlüğü
15- Resim sabitleme bantı..
16- Anahtarlar
17- Ani yağmurda kullanılabilecek yağmur eşarbı..
18- Radyo kulaklığı
19- Ruj, kalem, maskaradan oluşan makyaj malzemesi..
20- Islak-kuru mendil
21- Fotoğraf makinası
22- Aventurin taşından yapılmış tespih.. ( o taşı çok sevdim bir takım olumlu etkileri olduğu söyleniyor ama ben serinlik verdiği için onunla oynamayı seviyorum. Kabadayı gibi elimde sallamıyorum ama avucumda tutup taşları seviyorum o kadar)
23- Veee daha önce çantasını yazan arkadaşlarımda hani küçük pembe yada mavi (markaya göre değişen) o şeyin bana gerekmediği ilk zamandan bu yana çantamda yaz ve kış olmazsa olmaz yelpazem.. hatta bazen yedeği de olur…
Bu görevi de böylece ifa etmiş sayılıyormuyum..
Saklanbacım okeymi…

bu kez resim eklemiyorum.. çanta içi fotoğrafı var ya.. ondan…

Sevgiler diyorum herkese..

23 Kasım 2008 Pazar

KARAKÖY İSKELESİ

Benim iskelem.. dün dışarıdaydım.. Özgür aradı senin İskelen battı dedi, Hay Allah vah vah diye kapadım telefonu, biraz yamuldu diye düşündüm.. Akşam TV de görünce inanamadım..
Evet benim iskelemdi.. hemen hemen hergün sabah akşam kullandığım iskele.. Uzun yıllar İstiklal Caddesinde, yine uzunca bir dönem Salıpazarında çalışırken..
Taaki emekli olana kadar her gün.. O nedenle benim iskeleydi..
Ne çok anı, ne çok yaşanmışlık vardı alabora olan..
Bu konuda çok şey söylendi,
Akşam TV de dedim ya.. ters dönmüş..
Evet inanılır gibi değil..
değil de beni daha çok çarpan ne oldu biliyormusunuz..
Muhabirin elinde mikrofon, soruyor ya vatandaşın duygularını.. çok kişi de hayretini ifade ediyor ya..
Orada balık tutan bir adam..bir vatandaşımız beni derin düşüncelere gark etti.. eminim birçok kişide fark etmiştir..
Sakin sakin oltasına yem takıp balık tutmaya çalışıyor..muhabir soruyor-iskeleye ne oldu- diye
Adam oltasıyla meşgul olarak.. ben buradan balık tutarım zaten orda iskele yoktu.. duba vardı bitane diyor..
Muhabir nasıl olur iskele battı.. diye olayın önemini vurgulayınca adam “napiim” diyerek oltasını denize atıyor..
İşte iskelenin batışından çok insanın batışına da şahit oldum o haberde..
Yurdum insanı denilen oydu galiba..
Karaköye (anlaşılan sık sık) balık tutmaya giden ve İstanbul’da yaşayan Vatandaşımız 1900 lerin başından beri orada bulunan iskelenin farkında değil..
onu fark etmeyen. kim yönetiyor, kim yönetmeye talip.. kim doğru kim yanlış nasıl bilsin nasıl karar versin..
E işte oy kullanıp vatandaşlığını yapıyor.. sonra oltasına yem takıp bir iki balık daha tutmaya çalışıyor..
Vah yurdum insanı.. vah yurdum insanları.. vah biz..
Vak ülkem.. vah iskelem…
İşte benim de iskelem battı..

Yapılır yenisi.. umarım eskiyi anımsatan mimari ile yaparlar, geçmiş olsun İstanbulum..

Aşağıdaki suluboyanın konuyla ilgisi yok.. biraz gayret etseydim de uyan bi resim yapsaydım iyi olurdu ama ben de bu ülkenin tembel vatandaşlarından biriyim.. napiim..
Afacan kız resmiyle idare edeceğim artık..

Sevgiler dostlarım…


20 Kasım 2008 Perşembe

RESİM

Önceki yazıyı, bir önceki beni hüzünlendiren yazım geride kalsın diye yazmıştım.. şimdide kusurlu güvercinlerin (haklarını yemeyelim..güvercinlerin hiç kusuru yok da benim onları resmetmem kusurlu) geride kalması için yazıyorum..

Bu blog sayfasına sahip olmaktaki amacım, yeni başladığım resim konusunda fikir alışverişinde bulunmak, yaptığım resimleri yayınlayarak benim göremediğim kusurların bana bildirilmesini istemekti..
O nedenle de hemen hemen her yaptığım resmi buradan yayınladım aslında çok az olumsuz eleştiri aldım.. çok az kusur olduğundan değil tabi.. arkadaşlarımın çoğunlukla hoşgörülü olduğundan..
Söylemişimdir daha önce de resmi yapıp incelemeden yayınlıyor sonra görüyorum kusurları.. aceleciliğimden.. düzeltme şansım varsa sonra düzeltiyorum yoksa çare yok..
Arşivde görünen bir çok kusurlu resmin tuval bezlerini yolup, çıtalarını ayırdım.. eve sığmıyor artık..
Bahsettim mi bilmiyorum Antalya’daki ev küçük benim gönlüm büyük.. hep resim yapmak daha yapmak istiyorum..
Bu yazıyı uzatmayayım.. yukarı baktım da kayda değer bişey yok.. yazıyı kesip resmi ekliyorum.. amaç oydu zaten.. yine bi aralar nette bulup arşive attığım çocuk fotoğrafından çalıştım.. pasaklı, maviş kız çocuğu..
Aklımın, ağzımın ve parmaklarımın daha iyi çalıştığı bir zaman daha hoş bişeyler yazmaya çalışırım..
Hadi şimdilik hoşçakalııın sevgili dostlarım..


16 Kasım 2008 Pazar

BAŞLIKSIZ YAZI

Yazayım, yazayım dimi hüzünlü yazılar hatta hüzünlerin bizzat kendileri geride kalsın..
Yazayım da ne yazayım..
E nasıl olsa biz bizeyiz bu bloggerda , artık tanıyoruz bir çoğumuz birbirimizin özelini üç aşşa beş yukarı, hatta beş aşşa on yukarı..
Sevgili Ece yazmış geçenlerde..
Eşleri ile var olan kadınlar.. ya da öyle görünmeyi daha doğru bulan kadınlar.. eşlerinin ne kadar yüce olduğunu (aslında olmadığını bilse de öyle göründüğünü) düşünüp kendilerinin de yüceldiğini düşünen kadınlar.. Genellikle iş çevrelerinde olur bu ilişkiler..ve hep komik gelmiştir bana..
Biz, yani özgür ruhlu kocam ve ben uzun yıllar aynı kurumda çalıştık, o nedenle ikimiz de hiç rol yapmaya gerek görmedik..
Benim uçanı yere indirme takıntım nedeniyle (yanımda hiç bi konuda palavra atamaz derhal benim haayırr hiç öyle değil diye itirazımla karşılaşırdı garibim), Özgürün de beni çocuk zannederek, karşıdakine beni tanıştırırken “bu da benim hergele fındık” diyerek, karşıdakini “memnun oldum hanfendi” mi desin, yanağımdan kesme mi alsın şaşırtıp, bu nedenle de işin ciddiyeti kaçırması, çevremizdekilerin bizi hep ailelerindenmiş gibi görmelerine sebep olurdu.. Çalıştığımız Kurumda (artık reklama girmez Töbank’ta) Çalışma yaşamımın başlarında yani genç yaşımda kurumda Özgür’ün karısı olarak anılmaya kızardım..
Bu konuyu düşününce bu duygumu örnekleyen bir anı geldi aklıma..
Özgürün çalıştığı departmanda seyahat boldu..Evlenene kadar Ankara dışına sık giderdi, Evlendikten sonra azaldı seyahatleri ama ara ara yine gerekirdi.. Yine bir iş gezisi konu oldu, benimde izin alıp birlikte gitmemi istedi..
Ben Bankanın en ciddi, izini en zor veren müdürü ile çalışıyordum, Özgürü reddettim.. Konuyu kapattım.. Akşam evde bir telaş “hadi iyisin hazırla çantanı, ben izin aldım senin müdüründen” diyen bir koca..
Öffffff bendeki öfkeyi görmelisiniz.. seyahati çok sevmeme rağmen benim yerime izin alınması beni nasıl çileden çıkarmıştı..
“Benim velayetim sende mi? benim yerime nasıl izin alırsın.. ne demek, ben salakmıyım, izin almaya kocasını yollamış konumuna düşmedim mi şimdi.. vıdı vıdı vıdı” şeklinde bir küçük kıyametten sonra ertesi günü işime gittim her zamanki gibi..
Müdürümüz odaya gelip beni görünce..
A aa siz bu gün izinli değimliydiniz diye sormuş, Ben de kurum kurum kurularak – “yooo ben sizden izin istediğimi hatırlamyorum” Diye cevap vermiş bu durumdan da çok keyf almıştım..
Sonraları Töbankta hep Ben Funda, Özgür de Özgür Oldu.. Töbanktan sonra da bu böyle sürdü..
Banka Ankara’dan İstanbul’a taşındı, ailelerimiz Ankara’da kaldı.. ardından tatiller, bayramlar seyranlar nedeniyle Ankara seyahatleri başladı..
İkimizin de annesi Ankarada..
Biz Ankara’ya üç gün beş gün gidiyoruz, gittiğimiz gün ben birkaç saatliğine kayın valideme gidiyor öpüyor, gönlünü alıyor anneme geçiyorum.. Özgür birkaç saatliğine Anneme gelip yasak savıyor, sonra gerekiyorsa ara ara birlikte gideceğimiz dostlarda görüşüyor ve İstanbul’a dönüşte buluşuyorduk..

O zaman da yadırganıyordu bu bizim hem evli olup hem de herkesin kendi annesinde konaklaması..
Birimizin mutlu diğerinin mutsuz olmasını biz bu şekilde önlemiştik.
Hep söylerim ya Özgür ruhlu kocam özgür ruhludur ve asla kısıtlamaya gelmez..
Ben de hiç te öyle görünüm sergilemesem de özgürlüğümün kısıtlanması beni çok rahatsız eder..
İşte bu nedenle Özgür ruhlu kocama baskı yapmayı ve daha çok Antalya’da yaşayalım demeyi düşünmüyorum, O da benim Özgür ruhumu kısıtlamıyor daha çok İstanbul’da yaşayalım demiyor.. Ben O’na misafir gidiyorum, O bana misafir geliyor..
Daha çok flört ediyor, daha az kavga ediyoruz..
Annem dahil kimse anlamıyor bizi, ne biçim evlilik diyor.. yakınımızda olmayanlar dargın olduğumuzu düşünüyor, biraz yakın olunca her gün her konuda telefonlaştığımızı (birlikteyken daha az konuşacak konumuz oluyor) görüp şaşırıyor..
Yani ayrı ayrı bireyler olan bir çiftiz biz. Tek benzeri öteki teki değiliz.. benzemez kimse bize 

Resim ekine gelince Benim her konuda danışmanım olan (özellikle kılık kıyafetime karıştığında beni daha ince göstermeyi başaran aslında aksi gibi görüşleri de hep doğru çıkan) Saklanbacımın annesi benim 2 yaştan az farkla ablam Fulya’nın hiç beğenmediği suluboya güvercinleri ekliyorum.. Napiim bu yazının altına ve önceki yazının üstüne “barışı temsil eden güvercin resmi” eklemek istedim.. idare edin artık…

Sevgi dolu gönül birliktelikleri dilerim dostlarıma…

12 Kasım 2008 Çarşamba

ÖZLEM

İnsanın yaşamında içini acıtan ama konuşmak istemediği konular vardır ya, ya da herkesin yoktur da benim var..
Saklanbaçımın eski arkadaşını bulduğu yazısını da okuyunca yazmak istedim…
Üç yılı geçmiş, içimi acıtan ama hiç dillendirmek istemediğim konunun üzerinden.. bu konuda konuşmak istemememin sebebi çok canımın yanması..
belki bir psikoloğa gitsem hemen ortaya çıkacak ruhumun yüzeyinde hemen görünecek bir sorun bu.. benim sorunum.. sadece benim sorunum..
Hiç alışık olmadığım bir durum olması belki bu denli üzülmeme sebep..
Benim kişisel özelliklerim içinde söylenir ben de bu konuda tevazuu göstermem..Dostluk, arkadaşlık çok önemlidir benim için ve beni tanıyan, görüştüğüm tanıştığım dostluk kurduğum kişilerce sevildiğime inanırım..
Bu inancıma en çok katkısı olan, beni bana çok değerli hissettiren bir arkadaşım vardı.. vardı değil var.. benden uzakta ama var, dilerim hep var olur..
Arkadaşlarımı hep severim, çocukluğumdan bu yana benim için çok önemli olmuştur arkadaşlık kavramı..
Neyse içimi acıtan konu benim en sevdiğim dostlarımdan biri benimle dostluğunu kesti.. Üç yıl önce.. muhtemelen yanlış anladı beni, oysa yaşadığı zor günlerde hep yanında olmak istedim..
Yolunda gitmeyen evliliğini sonlandırmak üzereydi.. yine onun mutluluğunu arzu ederek, belki onun için daha iyi olur diye düşünerek, tabiî ki hiç ısrarlı olmadan belki geçici bir sorundur düzelir diyerek.. Onu hiç kaybetmek istemediğini söyleyen, Onu hiç üzmemeye kararlı olduğuna beni inandıran eski koca ile görüşmeyi sürdürdüm, belki Onun yani kendi arkadaşımın mutluluğu için elimden bir şey gelir diye..
O arada üzmeyeceğine inandığım eski koca üzdü Onu, ben Arkadaşımı üzen kişi ile o an görüşmeyi kestim…
Ama benim çok sevdiğim arkadaşım kocası ile görüşüp taraf olduğumu düşündü sanıyorum,
Son Telefon görüşmemizde böyle düşündüğünü ifade etti..Daha sonraki aramalarımı yanıtlamadı..
Çok uzun yıllar hep Onun mutluluğuyla mutlandım, üzüntüleriyle üzüldüm, başarılarıyla gururlandım, övündüm..
Birdenbire çıktı yaşamımdan büyük bir boşluk bırakarak..
Ben kırıldım Ona, çok kırıldım.. beni bana en çok değerli hissettiren dostum birden çekildi hayatımdan..
Hep o boşluğun yarası acıdı, sık sık rüylarımda gördüm onu.. İstanbul’a gittiğimde Tekrar aramadım bu sefer...Ondan bekledim bu sefer..
Dün gece rüyamda tekrar gördüm ve bu günüm, tüm günüm hep onunla geçti..
Rüyamda beni anladığını, daha önce yanıldığını söylüyordu, sıkıntılıydı.. yanında olup sıkıntılarını hafifleteceğimi düşünerek buluşma noktamıza gidiyordum heyecanla, gidemeden uyandım.. çok üzüldüm uyandığıma, tekrar uyumak istedim.. olmadı,
Gözyaşlarımdan yastık ıslanmıştı, gözümü açtığımda Çıtırım hayretle yüzüme bakıyordu..
Kalktım O’na bir mail yazdım.. ulaşmadı mail adresi değişmiş muhtemelen.. Hiçbir hatam olmadığı halde (ben böyle düşünüyor ve inanıyorum ama) benle görüşmeyi kesen arkadaşımı çok özledim ve gurur yapıp söylememem gerekiyor belki..
Evet O’nu çok özledim ve elimden bir şey gelmiyor..

İçimde büyüttüğüm bu acıyı paylaşmak istedim sadece bu gün, bu rüyamdan sonra..

Hani derler ya acılar paylaşılınca azalır diye.. Belki azalır.. azalır mı ? Sanmıyorum.. yazarken çoğaldı sanki..

Neyse daha fazla karartmıyayım içinizi..
Dostlarım…

Bu gün resim eklemek de gelmiyor içimden..
Sevgiler size…

8 Kasım 2008 Cumartesi

Sol Gözün Sağ Göze Faydası Yok

Sol gözün sağ göze faydası yok derler.. yokmuş sahiden…
Bişey biliyorum da söylüyorum, uydurmuyorum..
Efendim anlatayım.. geçenlerde yani bir hafta on gün filan önce atölyede resim çalışmaktayım, özgür ruhlu kocam da denizden çıkmış, havlusu mayosu ile Antalya çarşısında dolaşmakta iken sezon sonu indirimi yapan gözlük mağazasına uğramış..
Hem o günün yarını yine İstanbul'a kaçacağının suçluluk duygusu hem de mağazadaki sahip ya da satış görevlisi olan gerçekten çok güzel alımlı sempatik hanımla biraz daha hoş beş yapabilmek için bana bir güneş gözlüğü almaya karar vermiş, acele beni çağırdı.. Hem bana hediye alıp beni sevindirecek hem de satış yapan ahuyu mutlu edecek bir taşla iki kuş..
Benim Özgür ruhlu kocam her zaman açıktır da gizlisi saklısı yoktur. Bana çiçek alır bazen İstanbul’da, ben aa teşekkür ederim derken Modada bi Roman arkadaşımız var, onu sevindirmek için aldığını söyleyiverir..Onun sevindiğine benim de sevineceğimi bildiğinden..
Neyse ne diyordum.. haa ben o güzel hanımın mağazasında gözlük denerken, sen gözlüğün birinin sapı girmesin mi sol gözüme..girmesin tabii ama girdi bikere.. bir de benim ağrı eşiğim yüksek.. gözüm acıyor, yanıyor, şıpır şıpır akıyor ama, hani çıksak o satıcı satış yapamayacak.. olmaz.. tek gözle bi gözlük seçtik, aldık, gayet havalı bi gözlükle eve geldik..
Bütün gece yanan akan gözle sabahı yaptık, sabah özgür ruhluyu istanbul’a yollayıp ben göz doktoruna yollandım, Doktor şikayetiniz ne diyince..
Ben… eee şeyyy gözlüğün sapını gözüme soktumda, acıdıydı filan gibi geveledim.
Baktı, hmmm saydam tabaka yırtılmış kapatıcaz bu gözü diğerini de bir süre yormayacaksın dedi..
E benim o gün atölyeye gitmem lazım, gözümü yormam lazım..
Kapandı gözüm.. kalkıp gittim atölyeye.. ooo çok merhamet topladım üstelik resim de yapıp “ben bu resmi gözü kapalı yaparım” diye havamı da attım..
Ama arkadaşlar ister ayıplayın (bu dönemde iyimserlik, pozitif düşünme ya da polyana felsefesi salaklık olarak düşünülür) tek gözüm kapanınca iki gözün önemini fark edip çok sevindim. İyiki iki gözüm var ve ben bu kazayı iyiki yapıp bunu anladım diye.. sahiden söylüyorum, laf olsun diye değil..
Tek gözle neler yapabileceğimi test ettim.. diğer gözümü yormamak için tenha ve dümdüz yollarda açık olanı da kapayıp 25 adım 25 adım yürüyerek düz yürüyüp yürüyemeyeceğimi denedim.. kendi kendime eğlendim..
Dee bide kötü şeyler öğrendim.. benim akranlarım hep yakın gözlüğü kullanır, bana çok gerekmezdi, ben gencim güzelim, her dem tazeyim diye hava yapardım.. meğer benim yakını gören gözüm o kapananmış. Gözlüksüz, büyüteçsiz hiçbir yazıyı okuyamadım. Kendimi öğrendim..
Neyse bu konu çok uzadı.. kontrole gittim, yırtık kapanmış, bandaj açıldı, ama hassasiyetin geçmesi için bir hafta daha bekleyip, göz dibi ve görme muayenelerini o zaman yapacakmışız.
Yani konunun özü, açık olan gözümün kapalı gözüme faydası olmadı..
Ama artık iyiyim ve gözlük almaya gittiğim gün atölyede yaptığım suluboya nü de bu sayfaya girmeyi hak etti bence..
Hadi siz de bakın..
Hepinizin (ve sevdiklerinizin) gözlerinize ve diğer tüm duyu organlarınıza ve hatta tüm bedenlerinize sağlıklar sağlıklar diliyorum.
Sevgiler…

31 Ekim 2008 Cuma

Öylesine yazı

Sevgili arkadaşlarım,
…….
Yukarıdaki başlıktan sonra bir paragraf kötü laf yazmıştım, digiturk le ilgili.. baktım ben sinirlendim, sizler de sinirleneceksiniz, haydi densizleri densizlikleriyle bırakıp işimize bakalım diye sildim o paragrafı..
Sevimsiz bir blog arkadaşı oldum, yazamıyorum, hiç te neşeli konular bulamıyorum zaten..
Benim konu mankeni özgür ruhlu kocam İstanbul’da………
… ……………
Diye bir paragrafla yazıya başlamışım geçenlerde, kim bilir neye, nereye bağlayacaktım konuyu, belki de ortada bırakacaktım öylece..
Bunalım takılıyor, yazamıyor keyifsiz keyifsiz yaşıyordum, Ataletimizi okuyunca canlandım, açtım yazdığım sayfayı, baktım bir iki satır yazıp bırakmışım..
Sayfamla ilgilenmeyi düşünürken, benim özgür ruhlu da bu sabah geldi birkaç günlüğüne, en fazla bir saat süren kayınvalide-damadın hoş beşinden sonra “açık pencere-izlenen tv kanalı eleştirileri, farklı peynir tercihleri vb. konularda.. başlayan ufak ihtilaflar büyümeden bu sevimli birliktelik sevimli ayrılığa dönüşür umarım..
Saklambacım geldi Antalya’ya.. birkerecik öpebildim, sarılabildim.. O da Çerçeyi ile hasret gidermekte, bir araya gelip de takvimimiz konusunda fikir teatisinde bulunacağız daha..
Yok yok olmuyor..yukarı çıkıp kendi evimin tavanından bakmak yetmedi, daha yükselmeliyim kendimi anlamak için.. daha daha yukarı..
Umarım bir sonraki yazım daha ipe sapa gelir bir yazı olur.. daha fazla uzatmamalıyım…


Son yaptığım suluboya resme bakın hadi siz.. o konuda eleştiri bekliyorum, bu fotoğrafı internette dolaşırken bulmuştum uzun zaman önce.. biraz buruk duygularla saklayıp duruyordum.. karışık duygular içinde olduğum şu günlerde çıkarıp arşivden oturup o resmi yaptım. Hadi siz de bakın, benim sevgili arkadaşlarım…

Sevgiler size…

11 Ekim 2008 Cumartesi

Acı Tatlı

Hayat tuhaf arkadaşlarım, geçtiğimiz hafta içinde bir kayıp yaşadım, bir acıya ortak oldum, paylaştım..
Acıyı paylaştım..paylaşırken onların acısını ben de yaşarken, ateşin düştüğü yerin ısısını yakınımda hissederken,
mutluluklar da yaşadım, bazı yakınlarıma karşı aslında var olan ancak üzerinde sebepsiz bir şekilde tül olan sevgimin üzerindeki örtü kalktı, yeni sevgilerle tanıştım…
ne tuhaf değilmi sevgili dostlarım..
derinlerdeki karmakarışık duygular şimdi ortaya saçılıverdi, dolanıyor evin içinde…
Kayıp dedim ya, gerçekten büyük bir kayıp, bir aile büyüğümüz değerli eniştemiz Hikmet Ulusoy'u kaybettik.. Mekanı Cennet Olsun, Nur içinde Yatsın..
Kuzenimin eşi, ama kuzenimle yaş farkımız olduğundan bebekliğimizde O’na Hala demişiz,, O benim Halam.. Gül Halam..Ona konan Gül ismi ile çiçek olan gül anlam kazanmış..
Belki daha önceleri de ufak ufak değinmiş olabilirim, benim çok küçüklüğümde Annecim ve Babacım ayrılmışlar, Babacım bir iki yıl sonra göçmüş gitmiş bu dünyadan, yakışıklı, karizmatik genç bir adamken..
Ben ve Ablam, Annem ve Ananem ile ve teyzelerle Amazonlar gibi yaşadık.. erkek olmadan ailede..
Aslında boşanma söz konusu olmakla birlikte her iki taraf ta (anne ve baba aileleri) dönemin uygar aileleri olarak, ayrılanlara da saygı göstererek nezaket çerçevesi içinde görüşmeyi sürdürmüşler bir süre, Ama yollar ayrı, iller ayrı, gönüller ayrı..
Görüşme aralıkları uzamış uzamış..
Aile içinde benim küçüklüğümde hatta bebekliğimde iz bırakan Gül Halam vardı..
Sonra yeni yeni yetiştiğim dönemlerde görevi nedeniyle Çorumda yaşayan Amca Oğlu Yurdakul Abim, Onun Sevgili Eşi Nesrin Yengem vardı ki Beni misafir etmişlerdi Çorumda.. çok tatlı iki oğulları vardı, Ali ve Zeki.. Zeki ile ilgili çok tatlı anılar var ki aslında ayrı yazı konusu olurlar..Anadolu kenti ve yaşam biçimi hiç görmemiştim. Orada o kadar güzel ağırlanmıştım ki kendimi müthiş önemli hissetmiştim..
Sonraları zaten ara ara olan görüşmelerimiz iyice seyreldi, Diğer Kuzenim Mualla Ablam ile İstanbul’da yani aynı kentte yaşamamıza rağmen bir iki görüşmeden sonra aramaz sormaz olduk birbirimizi..
Ben Emekli olduktan sonra, Antalya’da yaşadıklarını bildiğim Gül Halamı bulmaya karar vermiş ve bulmuştum birkaç yıl önce..
Yıllar beni yaşlandırdığı gibi Halacığımı, Eşini yaşlandırmış, Onların sevgili kızları Zuhal ve Hilal’i önemli görevler yapan önemli insanlar olarak çıkartmıştı karşıma..
Ve her ikisinin de değerli eşleri, dünyalar tatlısı çocukları Gökçe, Ayşem, (Ayşemin kedisi)-Cemre Su, Bora, nasıl kazançlar benim için.. çok anlatılası anılar var onlarla da ilgili aslında..
Bulunca, buluşunca geçen yıllara üzülerek, Gül Halamın sevgisinin tadını çıkarmaya başladım Antalya’da.. Ama Onun Sevgili Eşi ne yazık ki geçtiğimiz hafta bu dünyadan ayrılmaya karar verdi ve gitti..
Onun gidişine çok üzüldüm, çok değerli biri olduğu için ama Halamın, Zuhal’in, Hilal’in canlarının acıması ayrıca üzdü beni..
Evet Onların acısı benim acım…
Peki mutluluk nerede diyeceksiniz..
Tabi doğal olarak diğer kuzenlerim, yıllardır görmediğim Mualla Ablam ve Eşi, kızları Maviş gözlü İpek..Benim için önemleri büyük olan Yurdakul Abim, Nesrin Yengem ve Oğulları Ali çıktı karşıma, Onları görmek Ailemin Baba kanadı ile haşır neşir olmak, Çocukluğumdan beri bizim Amazonların içinde Tabu olan Baba konusunu 51 yaşımdan sonra yeniden konuşmak, Babamı bilen, bana onla ilgili birkaç anı veren kişilerle bir arada olmak sahiden mutluluk verdi bana.. Ayıp mı ediyorum acaba.. Çok değer verdiğim birinin cenazesinde kendime mutluluklar çıkarmaya çalıştım.
Yazının sonuna sakladığım ama tam da anlayamadığım duygumu da yazmalıyım..
Yukarıda sözünü ettiğim kuzenlerimden biri de Oktay Abim.. Onu daha önce gördüğümü hiç hatırlamıyorum.. Onun bir oğlu olmuş, Adını Faruk koymuşlar.. duymuştum, Rahmetli babamın adı ve soyadı “Faruk Toksöz” Faruk üniversite son sınıfta, çevre mühendisi olacak ama kendi ifadesiyle yarı profesyonel bana göre tam müzisyen beste yarışmalarında derecesi olan, bir albüm sahibi, pop rock hatta hard rock müzik yapan çok yakışıklı bir genç..
Tüm akrabalarımı sevmiştim zaten, sevdiğimi hatırladım, Faruk’la görüşmemiz toplam 10 dakika olabilir ama kan çekmek mi denir iç ısınması mı, kan kaynaması mı.. sanki benim oğlum.. öyle sevdim.. çok sevilesi bir genç kabul ama acaba ismi mi etkiledi beni..
Bilmemki…
Belki onu ve diğer yakınlarımı daha çok görürüm artık.
Siz de böyle dileyin benim için olur mu…

10 dakika önce bitirdiğim sulubuya resim de ekliyorum konu ile alakasız, ama sayfamın resimle ilgili bir blog sayfası olmasına gayret ettiğim için.. yine nereden bulduğumu hatırlamadığım fotoğrafta yaşlı teyzenin yüzünü sevmiştim, o sevimli ifadeyi veremedim. Başka bi teyze oldu aynı camdan bakan.. idare edin artık..

Sevgilerimi sunuyorum okuyan herkese..


2 Ekim 2008 Perşembe

RESİMLİ YAZI…

Bayram bitmeden bir yazı eklemem gerekli diyordum, arkadaşlarıma iyi bayramlar dilemek için.. Sevdiklerimin geldiğinden (Saklanbacım ve ailesi) bahsedip mutluluğumu paylaşmak için..
Anneciğimi misafir edip, biribirlerine nezaket gösterselerde açıklarını arayıp, kenarda kuytuda beni yakalayıp gayet politik bir biçimde, sanki çekiştirmiyor ya da şikayet etmiyor gibi yapıp aktaran Anneciğim ve Özgür Ruhlu ve de hatta Çıtırımı idare ederek geçirmekteyim bayramı..
Bir de resim yapmamın şart olduğuna inanmaktayım ya, zaman ayırmam şart ya..
Dün gece oturup bir suluboya resim yaptım, Gittiğim kursta Sevgili Hocam Gülay Fin genellikle daha önce başka bir ressamın yaptığı resimden çalışmamamızı gerçek objeler ya da fotoğraflardan çalışmamızı önermekte. O etkiyle genellikle fotoğraflardan çalışmaktayım. Reprodüksiyon diye tabir edilen 2 ya da 3 resim yaptım en fazla.
Ama daha önce hiç oryantalist konulu resim yapmamıştım, İnternette gezerken aşağıda kısaca bahsettiğim ressam Preziosi’nin resimlerine rastladım ve “ihtiyar adam” isimli resmi yapmaya çalıştım. Aslında çok detay çalışma gerektiren, böyle acele yapılmaması gereken bir resim ama hoş görün..




Resmin orijinalini yapan, adını daha önce duymadığım sanatçı ile ilgili yaptığım aramada bulduğum bilgileri de kısaca özetleyeyim de resmini kopya ettiğim için beni affetsin dedim...
“1816 doğumlu, Malta’nın ünlü ressamlarından olan Kont Amadeo Preziosi (ataları korsanmış) Malta’daki eğitiminden sonra 1840’da Paris’e giderek Ecole des Beaux Arts’ta resim eğitimine devam etmiş, Preziosi’nin Paris’te bulunduğu bu dönemde Oryantalizmin revaçta oluşu sanatçıyı doğal olarak etkilemiş Oryantalist konulu resimlere yönelmesine neden olmuş , 1842 yılında İstanbu’la yerleşen, İstanbullu bir Rum kadınla evlenen ve İstanbul aşığı olarak anılan ressam Preziosi burada mesleki anlamda verimli bir dönem geçirmiş, çalışmalarını genellikle kağıt üzerine suluboya ve kalemle gerçekleştirmiş. Ve bir av kazası sonucunda vefat etmiş,Yeşilköy’de Latin Katolik Kilise Mezarlığı’na defnedilmiş..”
İşte Böyle sevgili arkadaşlarım..
Bayramın son saatlerine yetiştim, Kutlu olsun bayramınız.. (geçmiş bayramınız dememek için saat 24:00 den önce ye yetiştirmeliyim)

Sevgileeeeer…

25 Eylül 2008 Perşembe

DEVAM EDİYORUZ...

Bir sonraki yazı zamanı geldi galiba..
İstanbul yolculuğu bir önceki gibi keyifli geçti, her uğradığım yerde, özellikle Ankara’da biraz daha şişen valizimi otobüsün bagajına verdik.. Fulya’m Eniştemle birlikte, beni otobüse yerleştirdiler garajdan ayrılana kadar el salladılar ve yine yollardayım.. Yine çevreyi inceleyerek, mola yerlerinde tost-ayran keyfi yaparak geldim İstanbul’a, Özgür karşılamaya gelmişti Kadıköy’e
Boğa heykelinin yanından Bahariye Caddesinden koca valizi yürüterek gittik eve..
İstanbul’u, Evimi, Özgür’ü özlemişim ama ille de Çıtır’ım. Nasıl özlemişiz birbirimizi, daima ya omzumda ya kucağımda, yatıyorsam da ayaklarımda idi, iki patisiyle (bazen dört) sımsıkı sarılıyordu birdaha gitme der gibi..
Çook tatlıydı çok.. kedi köpek sevmeyenleri hiç anlayamıyor onlar için üzülüyorum.


Herneyse bu bir toplum yarası ve ben iyileştiremem..

İstanbul’a Can’ın, Can’ımızın düğünü için geldim. Can bebekti, minicik tombul ayaklı.. huysuzlandığında anneciği bir kova su getirir tüm oyuncaklarını kovaya koyar suyla oynardık, suyla oynamayı severdi ama ona banyo yaptırmak için Annesi Sevgili Niloş ve Ben saatlerce uğraşır, bazen de pes ederdik. Kaç ailenin kıymetlisi Can öyle büyük bir kaza yaşadı ve mucize yaratarak yaşama tutundu ki, kendisini, sevenlerinden esirgemedi.. hani bazılarınız rastlamıştır basında da yer almıştı o kötü olayın haberi, Yenikapı denizotobüsü iskelesinde yaşanan o kötü kazanın kahramanı Can..
İşte Onun düğünü, bu nedenle düğün üstü düğün, mutluluk üstü mutluluk.


Moda Deniz Kulübü’nde gerçekten çook şık, hoş bir düğün yaşadık, işin hoş tarafı düğün bizim eve çok yakındı, çıkışta uzun süredir görüşemediğimiz arkadaşlarımızla eve gelip düğünün keyfini sürdürdük.
Ertesi gün ayyy ertesi gün.. Benim Özgür ruhlu kocamın bir süre tek başına yaşadığı evi biraz yaşanır hale getirmem için çook sıkı çalışmam gerekiyor, aslında köydeki şalvarı giymeyi niye akıl edememişim. Enerji için habire kahve içeceğime..

Bu arada o uzun zamandır görüşemediğimiz arkadaşlarımız Nuray ve Doğan Esenköy’deki evlerine çağırdılar, deniz otobüsü varmış gitmek kolay oldu, ne kadar güzel bir beldeymiş, ben çok önyargılıydım gitmeden önce.. hiç bizim gibi giyinen kimseyle karşılaşmayacağımı düşünüyordum. Yok hiç öyle değilmiş, İstanbul gibi Ankara gibi karma insan profili..Şimdilik..
Doğa güzelliğine bayıldım, İstanbul’a bu kadar yakın, ulaşımı bu kadar kolay, Yemyeşil ormanlarla kaplı dağlar ve hemen eteklerinde Marmara’nın serin suları ve çok şık evler.. Gerçekten güzel bir belde tanıdım,
Tanrım ne çok geziyorum.. Leyleği havada görmüştüm zaten..
E sonra ne yapacağız..
İstanbul süremiz doldu, Antalya’nın Eylülü kaçmaz değilmi..
Kızımız Çıtır, Özgür ve ben Antalya’ya geldiiik.
Ne güzel, hava çok hoş, Misafirlerimiz geldi ve gezilere devam Leyleği gördük bikere havada..
Düden, Kurşunlu.. Belek-Side Manavgat-Alanya.. Geç öte tarafa Göynük-Çamyuva-Fasilis-Kemer- Olimpos-Adrasan-Çıralı, (Ağaç evde çam kokularıyla uyku) Nerenin dondurması, nerenin birası kalamarı, nerenin balığı rakısı, nerenin ay ışığı ve şarabı güzel.. kaçırmamaya çalıştık.
Gezi haftası da bitti Bayrama az kaldı, bayramda Saklanbacım ve Sel’im, Kardişi ve Tatlı Nişanlısı, Annesi ve Babası ve Ananesi (yani benim anneciğim) geliyorlar çok sevinçliyim, bayram sahici bayram olacak benim için ve bayram sonrasında çalışanlar gidip emekliler kalacak daha sakin günler başlayacak..
İşte o zaman resim yapma fırsatım da olabilir belki, son bir kaç yazıda fotoğraflarla idare edip resim ekleyemediğime canım sıkılıyor aslında ama önümüzdeki günlerde telafi edeceğim diye düşünüyorum.

Haydi bu günlük de bu kadar,
eğer bu ara bir fırsat bulabilirsem çabucak bir resim yapıp (olsa olsa suluboya olur) sizlerle paylaşırım belki bayramdan önce hani kısa bir bayram mesajı ile birlikte sayfamı süslemek için.

Yakında görüşmek üzere sevgiler size sevgili dostlarım…

22 Eylül 2008 Pazartesi

Ankara ve Sonrası..

Nerede kalmıştık,
Düğün bitti.. Ankara’ya yolculuk zamanı geldi, ev sahipleri, köy sahipleri ile vedalaşıp Otobüse bindim. Severim otobüs yolculuğunu, mutlaka cam kenarı olmalı, kulağımda müzik, ovalar, dağlar, göller, kasabalar, insanlar… çok severim yolculuğu çok.. birde her seyahat öncesi yorgunluk zirvede olur ya, gidiş veya dönüş öncesi.. otobüsün koltuğuna rahatça yerleşince oohh derim ya, boyun yastığım, ince bir şal, mutlaka ufak tefek yiyecek bir şeyler, Her molada bir tost bir ayran..
Çok severim yolculuğu çok…
İşte Nevşehir’den de Ankara’ya böyle bir yolculukla geldim. Ankara.. Doğduğum büyüdüğüm yetişkinliğimin ilk yıllarını geçirdiğim kent, ama daha önemlisi sevdiklerimin yaşadığı yer. Saklanbacım ve ailesi yani benim ailem beni bekliyor.
Ankara otogarı, karşılanma, Fulya’ya gidiş Anneciğimle hasret giderme, Fulya ve Saklanbacımla dedi kodu, yeni havadisler . . .
Ankara’ya gidişimin iki amacı vardı bu kez. Birincisi hani birkaç yazı önce bahsetmiştim.. Benim Sevgili Arkadaşım ve Patronumun biricik Ece’leri ve Selçuk’ları evlenecekti ya Ben de Onların “haze” si olarak düğün sahibi gibi hissediyordum kendimi, (hazenin açılımı şöyle.. Hala kadar yakın “ha”
Teyze kadar yakın “ze” olunca “haze” olunuyor-kelimenin patenti bana ait)
Korkmayın korkmayın Uygarın düğünü gibi üç haftada anlatmayacağım Ama siz tahayyül edin dünyalar tatlısı iki senfoni sanatçısının düğünlerini, çok şık, samimi bir ortamda keyifle yaşadık düğünümüzü..




Ankara’ya gidişimin ikinci amacı karmakarışık duygular içinde yaşadığım bir süreç.
Konu şöyle: Anneciğim son birkaç yıldır Ablam Fulya ile yaşıyor, daha önceleri kışları Fulya’da, yazları kendi evinde yaşıyordu Ama ne yazık ki bir çok hastalık da onunla birlikte olduğundan son yıllarda yalnız yaşaması imkansızlaştı,
Yine Annemizden beklemediğimiz bir öneri geldi.. gerçeklerin farkında olduğunu, artık yalnız yaşayamayacağını, evinin kapalı kalmasının hiç doğru olmadığını ve evin değerlendirilmesi gerektiğini söyledi bize.. hem sağlığımda evi boşaltalım daha sonra sizin için daha üzücü olur dedi..
Çok doğru geldi bize ve iki kardeş, bazı günler Annemle bazı günler Annemsiz evi boşaltmaya başladık. 40 küsur yıl önce taşındığımız, çocukluğumuzun gençliğimizin geçtiği evde elimize aldığımız her eşyada bir anı canlandı.. yıllarca ellemediğimiz fotoğraf kutusu çıktı ortaya, (Annem bazı anılardan kaçtığından biz de görememiştik Babam ve Atalarımızla ilgili çok iyi saklanmış, tarihleri Osmanlı dönemine kadar giden fotoğraflar) dolayısıyla, tasnif tahliye temizlik günlerce sürdü. Bana lazım olmayan bir çok şeyi ben, Fulya’ya lazım olmayan birçok şeyi de Fulya aldı, bavullar, koliler doldurduk. Kimi zaman hüzünlendik, kimi zaman neşelendik, Çocukken okuduğumuz kitaplar, oyuncaklarımız, Annemin giyisileri hepsinde ayrı anı..
Büyüdüğüm evde camdan dışarı bakarken baktım apartmandan yaşlı bir adam çıktı.. beyaz saçlı, gözlüklü, tıknaz.. ay bu yürüyüş hiç yabancı değil, badi badi.. bir döndü Osman.. İhtiyarlamış (büyümüş demek isterdim) Profesör olmuş koca bir adam, az mı saklanbaç, beştaş oynadık birlikte, benimle akran o yaşlı adam.. ne fena bi durum..
Herneyse.. Evi Eşyası ile kiraya verilecek duruma getirdik, kiracının neye ihtiyacı olabilecekse her şeyi temizleyip paklayıp hazır ettik. Sırt kaşıyıcısından kerataya kadar her bir eşya kullanıma hazır duruma geldi. Anneciğim de (hayatın bütününü bir problem olarak görmeye alışıkken sanıyorum kullandığı ilaçların etkisi ile) çok makul karşıladı bu durumu, üzüleceğinden korkup içimiz titriyordu Fulya ile ama korktuğumuz olmadı, Eve de çok cici bir aile kiracı oluverdi.. Onlar mutlu biz mutlu bu işi bitirdiiik..
Bu arada Ankarada yaşayan benim canım Umutum bebeğini getirdi bir yarım saatcik göreyim diye.. Nasıl tatlı aslında torunum gibi, çünkü Annesi Umut kızım gibi.. çook önceleri bir yazımda bahsetmiştim, ilk blogcu olduğum dönemde bizim en yakın arkadaşlarımız en sevgili dostlarımız Sevgili Şeniz’imiz ve Eşi Sevgili Alev’imiz vardı ve Onların iki papatya yavruları Umut’umuz ve Ufuk’umuz .. Şeniz ve Alev iki papatyayı küçücük yaşlarında burada bırakıp kendileri birer melek olarak gökyüzüne çekildiler, Yıllar oldu bu dünya Onları kaybedeli ve öte dünya kazanalı.. İşte O Papatyalardan, sarı civcivlerden biri olan Umut’um şimdi dünya güzeli bir anne, yavrusunu getirdi, bari yarım saatçik koklayayım diye.




ve Ankara hikayesi de bitti, haydi İstanbul’a Canoşun düğünü var…
E ama ben Ankara-İstanbul anılarını bu yazıda bitireyim de sonraki yazıda Antalya’dan bahsedeyim diyordum, uzamış, çok uzamış bu yazı.. çok mu gevezeyim ne..
Hadi İstanbul sonraki yazıya kalsın bari..
Yine sevgilerimi bırakıyorum buraya bol bol.. okuyan herkes için…

18 Eylül 2008 Perşembe

DEVAM... (3)

Devam ediyoruz..

Kına evinden döndük,

Yatmadan evvel Sevgili Mustafa Abimiz kendi yaptığı çok özel bir şaraptan ikram etti bir kadeh.. mmmh ne lezzet, ben böyle bir şarap içmemiştim. (malum, o bölge şarapçılıkta hayli ileri)
Muhteşem bir uyku.. geceleri 10 derece filan (Antalya’da geceleri 30 dereceye yakındı ayrıldığımda)…
Sabah Bayrak Töreni için ve Pilavın ikramı için son hazırlıklar başladı, Özkonakta bir çaybahçesi (düğün salonu) var. Pilav malzemeleriyle biz oraya gittik. Yine çok büyük kazanlarda pilav pişmeye başladı.


150 tepsi pilavın servisinde de bir hayli emeğim oldu (o bölgenin butiğinden yeni bir şalvar aldım, enerjim devam ediyor)
Köyün gençleri kamyonet ve traktörlere biniyorlar ve kocaman bir bayrak direğine bağlı kocaman Türk bayrağını Türküler söyleyerek dolaştırıyorlar. O bayrağı taşımak ve sahip olmak çok önemliymiş, bayrağı kaptırırsa geri almak için yüklü bahşiş verilmesi gerekirmiş. Kuzen torunu Ahmet’e düştü o görev, çok ciddi sahiplendi görevi, fiziken hızlı gelişmiş aslında yaşı küçük, çok tatlı bir delikanlı, yanına aikidocu kuzenleri gelene kadar çok enişeliydi, sonra rahatladı.
O bayrak köyde dolaştıktan sonra davetliler bir bir pilav yemeğe geldiler, her gelen bayrak direğine bir şalvarlık kumaş bağladı. O kumaşlar tören için yardımı dokunan hanım komşu-akraba-hısımlara verilirmiş (biri bana düştü)
Müthiş lezzetli olan pilav kaşıkla ayran eşliğinde midelere indi.
Bu arada ailenin gençleri küçük konsantre bir çevre gezisi düzenlediler, pilav yenilen yerin hemen yanındaki yer altı şehri, yakınlarda bizimkilerin bağlarının sınırları içinde bulunan kilise, ardından Avanos ve ardından
Peri Bacalarını
gezip dönüşte Kızılırmak kıyısında yorgunluk çayı içerek döndük eve..


köprü üzerinde kuzen çocukları Çağlar ve Çağdaş’la görüyorsunuz. (Bilgisayardaki Hızırımız Çağlar bizzat yetişemediği yerde telefonla destek vermekte)
Yine güzel bir uyku, ve sabah düğün günü..
Klasik hazırlıklar.. kuaför makyaj vb. işler bu işler için Nevşehir’e gidildi, sonra düğün salonundan önce Gelin eve getirildi, burada da ayrı seremoni, kayınvalide elinde şeker ve bozuk paralarla karşılıyor, etrafa saçıyor, çocuklar kapışıyor, yine herkes neşe içinde..
En hoş olan neydi biliyormusunuz.
Gelin ve kayınvalide birbirlerine hep tatlı konuşsunlar diye birbirlerinin ağzına şeker veriyor.
Sonra uzun katlanmış tülbentle gelinin, kayınvalidesinin çenesini bağlaması gerekiyormuş, çok konuşmasın diye.. ama bizim gelin çok zarif olduğundan tülbenti kayınvalidesinin omuzlarına koydu şal gibi…
Biraz dinlendikten sonra düğün salonuna gidildi ve düğün başladı.. bu arada Uygar Nikah şahidi olmamı isteyerek beni ayrıca onurlandırdı..
Düğün çok eğlenceli geçti ve güzel Anadolunun güzel insanlarını ilk kez bu kadar yakın tanıdım.

Hiçbir şekilde saçma bir -kaç göç-ün yaşanmadığı, kadınların yemenilerini bir gelenek olarak takdığı, aynı pistte dekolte tuvaletli hanımlarla, yöreye özgü şalvar ve yemenilerle dans eden kadınlar ve erkekler çok güzel bir manzaraydı..

Yazı uzadı yine bu bölümde Uygar’ın düğününü bitireyim dedim de ondan uzadı,
Bir sonraki yazı Ankaraya yolculuk..
Haydi yine şimdilik hoşçakalın..

13 Eylül 2008 Cumartesi

LEYLEK LEYLEK HAVADA (2)

Nerede kalmıştık, düğün hazırlıkları değilmi..
Düğün hem de yöresel düğün, ne yapılması gerekiyorsa yapılacak.
Evet Bayrak töreni biliyormusunuz, bayrak töreni.. ben biliyorum. Efendim önce
Bayrak töreninin pilavı için en aşşa 120 kg filan çeken boğa alınır. Ölü olması tercih edilir. Yani kesilmiş olması. Pilavın ön hazırlığının yapılacağı eve parçalar halinde gelir. Tabi kasalarla domates, biber, çuvallarla soğan, bulgur, tenekelerle yağ, şinik şinik (Anadolu’da bir ölçü birimi) nohut, Onlarca tavuk,
bir gün önceden malzemeler ayıklanıp doğranıyor, çook büyük kazanlara konuyor içine odun konmuş kenarları büyük taşlarla yükseltilmiş ocaklar hazırlanıyor,
bu aşamada bilfiil çalışmış durumdayım, belki bir çuval soğanı soydum bir kasaya yakın biber doğradım. Ama nasıl başardım biliyormusunuz.
Çok ilginç.. orada o işler esnasında ikram edilen şalvarı giydim. Aman tanrım o ne müthiş bir giyisi.. enerji drink gibi bişey, giyince birden enerji doluyorsunuz,
Şu ana kadar giymemiş olanlar bir şekilde edinsinler. 5 m basmadan yapılıyormuş.
Şalvarı giyince ne kadar iş varsa yapmak istiyor başka iş yokmu diyorsunuz.
Çoook keyifli…
Anadolu insanı ve gelenekler.. yardımlaşma..
Müthiş.. bir ara saydım 17 hanım vardı pilav için çalışan.. cep telefonunu şalvarının bel kısmında oluşturdukları yere sıkıştırıp, blenderını kolunun altına alan tandır odasına gelmişti :))

O arada aslında Almanya’da yaşayan Yine kuzen torunu dünyalar güzeli Deniz’in yaptığı yorgunluk kahvesi canıma can kattı..

Pilavın ön hazırlığı o tandır başında odunun isi altında tamamlandı.. ocağın başında kocaman kepçelerle (aslında sandal küreği demek daha doğru) soğanlar kavruldu. O isle biz bütün kadınlar islendik Füme kadın olduk.
Daha sonra Gelinin yakınları damat bohçasını getirdiler..



Akşama kına gecesi, Bu yaşıma geldim daha önce usulen (gibi) yapılan bir kına töreni dışında hiç katılmamıştım kına gecesine. Biz damat tarafı olarak gelinin evine gittik, yapılması gerekenler yapıldı, geline ve diğer isteyenlere kına yakıldı, eller bağlandı (ben cesaret edemedim çok uzun süre kalırsa diye) çok neşeli bir toplantı oldu,

Damat evinde de beyler toplanmıştı.
Herkes evine dağıldı yarın bayrak töreni..

Not: geçtiğimiz hafta misafirlerimiz vardı, birlikte yoğun çevre gezileri yapıldı, Antalya çevresi ama illede Olimpos-Çıralı-Adrasan.. O nedenle Uygarın düğün yazısının devamı gecikti..
devamı yine yarın..
Sevgileeer

6 Eylül 2008 Cumartesi

LEYLEK LEYLEK HAVADA, ( 1 )

Merhabalaar,

Ağustos ayı çok hareketli geçti benim için, benim ölçülerimde.. Olağan yaşamımda hareket Antalya-İstanbul-Ankara üçgeni içinde olur, buna bir ilave memleket çok hareket sayılır. Çıtır Kızımız Kedimiz bizi kendisine ebeveyn seçtikten sonra (yani 5 yıldır) Özgürle birlikte, yerleşik düzenimizin dışında hiçbir yere seyahatimiz olmadı, olamadı, Çıtırımız okurda alınır şimdi bu yazıyı, yani bi şikayetimiz yok aslında.. zaten Antalya’dan sıkılınca İstanbul’a tatile, İstanbul’dan sıkılınca Antalya’ya tatile gidiyoruz, bir de ben zaman zaman kızımı babasıyla bırakıp Ankara’daki sevdiklerimin yanına gidiyorum. Çıtırla geçen 5 yılımızdaki hareket böyledir.. istisnai durumlar dışında..
İstisnai durumlar nedir ? istisnai mutlu durumlar..
Yakınlarımızın çocukları birer genç insan olup bir bir evlenmeye kalktılar ve seçtikleri eşleriyle seçtikleri mekanda evlenmeye karar verdiler. Bana da bir bir onların mutluluklarını paylaşmak düştü.
İlk önce Özgürün Amca torunu Sevgili Uygar ve Sevgili Arzu’nun düğünü için Avanos’un Özkonak köyüne yolculukla başladı hareketli günlerim..
Uygar küçücüktü tanıdığımda, olağan üstü sosyal bir çocuktu ve bir ticari deha olma yolunda bir ufaklıktı, şimdi mali müşavirlik ofisi açmayı planlayarak, matematik öğretmeni ile evlenerek, rakamlarla ilgisini yaşamının her zerresine katmış, bir deha..
Antalya –Avanos yolculuğum Damat Uygar’ın karşılaması ile son buldu.. Yıllaaar evvel (26 yıl olmuş) Özgür’le bir gezimiz sırasında uğramıştık O zaman görmüştüm o köyü ve o evi, o yörenin sıcacık güzel insanlarını, Yukarıdaki sözünü ettiğim deha o tarihi eser kapsamında olan köy evini restore etmiş yaşanır hale getirmiş.. sevgili eşinin ailesi de o köyden, o nedenle bağları hayli sıkı o yöre ile.
Yabancı olduğunu düşündüğüm topraklarda öyle sıcak karşılandım ki, sabah saat 05 te orada oldum saat 03 ten beri garajda beni beklemektelermiş. Çok enteresan hani bu yılın başında kaybettiğim kayınvalidemden bahsetmiştim ya, rüyalarına girip, “hadi gidin otogara, orada beklemesin funda” demiş.. Onun daha iyi bildiği topraklara benim ilk yalnız gidişimde bana eşlik etmiş.. tuhaf değil mi …


Evin girişi



aşağı katta bir oda


bahçeden görünen manzara


Her neyse o çiçekler içindeki köy evine geldik. Diğer yakınlarım tarafından sıcak bir karşılamadan ev ve yakın çevreyi tanıdıktan sonra bahçedeki kabak çiçeklerini severken yakalandım, ev sahipleri hemen birkaç tane koparıp dolma yapmayı önerdiler. Bu çiçekler sabah güneş biraz yükselince kapanırlarmış, erken saatte alınan çiçekler dolma için idealmiş.




hemen öğle yemeği için “kabak çiçeği dolması” yapıverdim :))

Efendim sonra düğün hazırlıkları…
Düğün üstelik Uygar’ın düğünü öyle birkaç satırla anlatılamayacak.. anlaşılan bu pehlivan tefrikası olacak.
Zaten Uygar’ın baba soyu pehlivan. Özkonak’da Pehlivan Ahmet’in torunu diye biliniyor.

E demekki arkası yarın.. ne dersiniz. Hadi o zaman bu günlük bu kadar yeter. Ben de biraz blog dolaşayım değilmi, saklanbacımı bile okuyamadım günlerdir.

Şimdilik hoşçakalın sevgiler sevgili okuyanlar…

2 Ağustos 2008 Cumartesi

Yine hayli aradan sonra merhaba,
Kabul etmeliyim ki ben sık sık yazacak yetenekte değilim..her ara verişimde kendime mazeretler arıyor, bi şekilde bişeyler buluyorum.
Ama meram eden, yazacak olan oturur, gece mece demez yazar..
Mazeretlerimden biri sizle paylaşmak istediğim bir resmimin olmaması..
Bir de son günlerde tatlı keyifli işlerimiz vardı, hani bahsederim burada benim en yakın biricik arkadaşım var.. (özgür ona Pamuk hn.der ya yumuşacık beyazcık olduğundan) benim biricik eski müdürümün eşi.. işte onların biricik kızları, biricik damatlarıyla evleniyor ve ben tatlı heyecana ve sevince ortak oldum, son günlerde onların hazırlıklarına manen destek olmak adına hemen hemen her an yanlarında oldum..
Keyifli alışverişler, zaten gerçek sanatçı olan çiftin (ikiside senfoni orkestrası sanatçısı) yaratıcı fikirleri ile ortaya çıkan eşyalar.. ev için düşünülen güzellikler..
Sonuç olarak çok keyifliydi..
Şimdi ağustos ayı ortasında Ankara’da düğünleri var O heyecanımız kaldı..
Ondan önce Ağustos başında Özgür ruhlu kocamın atalarının memleketi Avanosta Uygar’ın (Özgürün kuzeninin oğlu) düğünü var ki O Uygar müthiş bir delikanlı, ara ara Onun çocukluğu ile ilgili hikayelerim olmalı.. neşeli anılarım var onla ilgili.. O düğüne katılacağım ve hayatımda ilk kez bir köye gidecek, köy düğünü göreceğim. Gerçek Anadolu adetleriyle tanışacağım sanıyorum.. O konu ile ilgili de heyecanlanıyorum. Yalnız gideceğim doğal olarak, daha önce sözetmiştim sanırım,bizim Çıtır kızımız kedimiz geldikten sonra birlikte biryere gidemiyoruz.. Ben Avanosa, Özgür’de kızımızla İstanbula geçecek (bir geceliğine kedimizin yanına halası davet edilecek Ankara’da Ece’mizi evlendirdikten sonra Blogcu arşivindeki http://geckalmadimki.blogcu.com/dunur_4394260l sözünü ettiğim ve dünürüne duyduğu sevgiyi kıskandığım eski dostlarımızın gelinlerinin oğullarıyla evleneceği güne yani onların düğününe yetişeceğim İstanbul’a (pardon Istanbul’a-bizimkiler de İ kullanmazlardı). Bu kadar düğüne hiç alışık değildim aslında ama böyle arka arkaya geldi..
Burada birkaç günüm kaldı,
Aslında aklımın bir ucu da saklanbacımın
http://burdasaklaniyorum.blogspot.com/2008/07/allahn-emri konulu yazısında bahsettikleriyle ilgili, heyecan yapıyor uzaklardan sadece iyi enerji göndermeye çalışıyorum ama galiba kapsama alanında değiller Aslında yazayım diye düşündüğüm yine Özgür ruhlu kocamla ilgili, O’nun hayata bakışını tam ifade eden bir anımızı anlatırken geçenlerde, komikti, yazayımda hep birlikte gülümseyelim diye” aaa ben bunu sayfama yazmalıyım” demiştim de neydi, hangi anıydı . yine unuttum yaa.. üfff son günlerde hafıza güçlendirici ilaca ihtiyaç duyup aldım eczaneden ama yutmayı unutuyorum..

Neyse aklıma gelince yazarım O’nla ilgili komik anı çoook.. geçtiğimiz hafta evliliğimizin 31, yılını idrak ettik, niceee anı birikti, unutmasam yaz yaz bitmez..

Resim diyorum ya sevgili dostlarım.. söylediğim gibi başka meşguliyetlerim nedeniyle resim yapamadım, başladığım bir resim de öööyle duruyor..
Ama şu resmi galiba göstermemiştim size 2-3 ay önce yaptığım..



İyi kötü ne yapsam gösteriyorum size.. eski resimlere baktığımda müthiş hatalar görüyorum, www.geckalmadimki.blogcu.com arşivindeki bir çok resmin tuval bezini yoldum, kasnaklarını boş tuval bezleriyle kaplamak üzere..

Haydaaa hiçbir şey yazmadan sayfa dolmuş..
Haydi iyi geceler.. aklım ve dilim daha iyi şeyler söyleyebilirse gitmeden yazarım, yoksa düğünlerden sonra ilgili pasajlar gelir diye düşünüyorum..

Sevgiler, görüşmek üzere…

22 Temmuz 2008 Salı

YEMEK BLOGLARI VE “VİŞNE KAVURMA” TARİFİ




Hayatımı kolaylaştıran bloglar, onlara çok şey borçluyum, yetenekli olmadığım yemek konusunda başım sıkıştıkça sevgili arkadaşım Hülya'mın sayfasına başvuruyor mutlaka yapacak birşeyler buluyorum, aslında yeni tanıdığım başka dostlarda ekleniyor bu başvuru sayfalarıma..
Ama benim ne eksiğim var, ben de pekala yaparım diyerek ara ara ben de size yemek tarifleri vermeyi planlıyorum. Hayli uğraşarak bu şık tarifi fotoğrafladığımı düşünüyorum.
(Fotoğraf yayınlama ile ilgili sıkıntım var, bilgisayar formatlandı program değişti resim küçültme programı vistaya uymadı bu nedenle resimleri küçültüp eklemekte sıkıntım var, bir gün çözeceğim)
Yiyeceğin adı : Vişne Kavurma..
Malzemeler : Bir miktar vişne,
Bir ateşe dayanıklı tencere
Bir miktar su
Bir Ocak
Doğalgaz yoksa mümkünse dolu lpg tüpü
Vişneler saplarından ayıklanır, bol su ile birkaç kere yıkanır, yıkanırken vişnelerin yarısının tadına bakılır.. Tencere ağzına kadar su doldurulur, taşar mı diye endişelenir ama sonra boşverilir. Ocağa yerleştirilir, ocak yakılır.
Ve uzunca bir süre mutfağa ve yakınlarına uğranmaz (benim gibi koku alma duyusu en aza inmiş olanlar tercih edilir) Resim yapmaya dalınıp, mutfaktaki işlem tamamen unutulduktan sonra su içmek için gidilen mutfaktaki dumanları dağıtıp, neredeyse kor haline gelen tencerenin içindeki (çekirdekleri odun kömürüne dönüşmüş) siyah şeyleri suyla soğutarak işlem tamamlanır.
(aslında etimekleri vişnelerin suyuyla ıslatıp üzerine vişneleri yerleştirip en üstüne de tatlandırıcıyla yapacağım muhallebiyi döküp, kendime diyabetik pasta yapmayı planlamıştım :( (hey hat)
İşte benim yemek bloğu ömrümde bu kadar sanırım, ama hiç olmazsa bir tarif verdim sayılır,

(Şimdi TV de birilerine laf söyleyen diğerleri “herkes” kendi işini yapsın dedi, ben de alındım bi daha yemek tarifi vermeyeceğim söz)

Son dönemde ortaya çıkarttığım pek bir resim yok,

Ancak uzunca bir süre önce arkadaşlarımla birlikte çok değerli bir hocayla Azeri bir ressamla tek bir resimlik çalışma şansımız oldu. Atölyesinde bulunan objelerle hazırladığı bir kompozisyondan çalıştık, Çalıştık ama resmin en göz alıcı ve başarılı bulunan bölümleri hocanın fırçasından çıktı, O nedenle görünür bir imza atmak bile içimden gelmedi, tamamen kendi yapıtım diye bakamıyorum, ama kilimi, meyveleri, mumu ben yaptım, kupa ve şamdan hocadan.. Daha önce bu nedenle sizinle paylaşmamıştım, ama bu yazıya ekleyecek bilgisayarda kayıtlı başka resim bulamadım, hadi siz de bakın o resme isterseniz..


Sevgiler size…

8 Temmuz 2008 Salı

Hayat Güzel :)


Bir süredir yazamıyordum ya, teknik nedenlerle yazamadım ve ne yazık ki arkadaşlarımı dolaşamadım, çok şey kaçırdığımı düşünüyorum, umarım geriye dönük okuyarak açığımı kapatabilirim…
Birkaç gün öncesinden özetleyerek geleyim diyorum bu günüme, Efendim birkaç gündür yine Özgür ruhlu kocam İstanbul’da ve Özgür yanımda olmadığı için özgürlüğüm yanımda,
Yani dilediğim saatte yatıp, dilediğim saatte kalkıp, yemeğimi tepsi içinde bilgisayar masasında yemek, dx ball oynamak, tv kumandasının nerede olduğunu unutarak, aramaya da üşenerek gerçekten uyku gözümden akınca yatıp uyumak bana keyifli geliyor, (ama bu yaşam biçimi en fazla bir hafta iyi geliyor)
Söylediğim gibi Eşim İstanbul’da ya bu durumda sık sık telefonla görüşmekteyiz ve akşam tv deki programda söylenen veya basında yazılanlar doğruysa yani bizim telefonumuz da dinleniyorsa (ki bir çok kişi toplumun önemli insanlarından olduğunu düşünmek yada düşündürmek için dinlendiğine inanıyor) bizi dinleyen görevliler ya çok eğleniyor ya da şifre çözmeye uğraşıyorlardır :)
Örneklemek gerekirse ki gerekiyor konuşmalarımız genellikle aşağıdaki gibi olmakta …

Zırrrrrrrrrrr zıırrrrrrrrrr zıırrrrrrrrrrrr zıırrrrrrrrrrrrrrrrrr…..

- Funda : Hıııııııı ….
- Özgür : Fındııık uyandınmı…
- Funda : Haaayıırrrrrrr Saat kaç.. uyuyoruz biz kızımla..
- Özgür : 9:30
- Funda : E biz 03:30 da yattık üfff bırakta uyuyalım..
- Özgür : Tamam uyuyunda ben kızımın hasretiyle yanıyorum, bi sesini duyur
bana..
- Funda : Üfff çıtııır, şu babana bi ses ver de kapasın telefonu
- Çıtır : ………….…………
- Özgür : Ne diyor
- Funda : Konuşmak istemiyor..
- Özgür : Bi göbeğini öp ya da kuyruğunu çek bağırsın..
- Funda : Yaa annen güzelmi (ydi) beni ısırsın dimi sonra..
- Özgür : Sen ısır önce kulağını filan bi sesini duyayım.
- Funda : Üff hadi özgür kapa şu telefonu ve çeneni de uyuyalım geç yattık biz senin gibi tavuk saatinde yatmıyoruz..
- Özgür : Yaaa bi ses hadi yaa çok özledim kızımı yaa
- Funda : Gitmeseydin o zaman hadi iyi gecele.. yok yok iyi sabahlar, 11 den önce arama.. ÇÇaattt…

Bu en sıradan görüşmemiz, Yani tün konuşmalarımızda Çıtır başrolde, ikimizin de kıymetlisi ya bizim hırçın ve yaramaz kedimiz..

Ben kendime kaldığım için şu günlerde günlük programımı da bağımsız yapabidiğimden Bu günümü de keyfimce geçirdim, çok mutlu bir gün yaşadım.
Benim yıllaaar yıllar önce çok sevdiğim bir arkadaşım vardı, Naime’m, çocukluk sonu genç kızlık başı dönemlerinde başlamıştı arkadaşlığımız. O zaman kanka lafı olmadığından kanka olduğumuzu bilmiyorduk ama çok yakındık, benim annem çalıştığından o dairesine gider gitmez ben soluğu onlarda alırdım, biz çok küçük bir aile hatta sülale olduğumuz için onları evindeki hareket, bol kardeş sayısı bana çok eğlenceli gelirdi.. çook sevgiyle çok candan günlerimiz, yıllarımız geçti.. evlendik, yollarımız, illerimiz ayrıldı, ben Ankara’dan İstanbul’a taşındım.. ve zaman girdi araya birbirimizi kaybettik uzaklaştık, birkaç gün göremesem çok özlediğim arkadaşımdan 30 yıl civarı bir süre ayrı kaldım..
Kaldım ama bir gün ahdettim aradım taradım ve buldum.. O da Antalya’da yaşıyor şimdi, yeniden görüşmeye başladık kaldığımız yerden.. Bir de 11-12 yaşlarında bir oğlu var ki, tanrım ne çocuk, (galiba artık kankam İsmail olacak) aklımdan geçenleri okuyup, benim hayallerimi projelendirecek kadar muhteşem bir çocuk..
İşte bu gün sabahtan akşama kadar Onlarla birlikteydim, (en çok da İsmail’le birlikte) kahvaltıyla başlayıp, günlük kitap okuma seansıyla devam eden günümüzü geç saatlere kadar yüzerek ve su topu oynayarak geçirdim.. Yani çok keyifliyim vee mutluyum.. iyiki buldum Onları,
Sonuç olarak yaşadığım bu güzel günü de paylaşmak istedim sizle..
Bu yazıya ek yapmak için bir resim bulmalıyım, ve bu ara yaptığım ve size göstermediğim bir iki resim var, ama onlar tekrar çalışmaları, (sahici ressamlar gibi talep geldi de) O nedenle onları koyamıyorum sayfama, ama durun durun geçenlerde pastel boya ile yaptığım ikinci ihtiyar adam portresini göstermemiştim size, Onu bulup ta ekleyeyim sayfaya..
Uzattım mı, tamam bitirdim..
Haydi sevgiler sizlere…
Hoşçakalın…

27 Haziran 2008 Cuma

Sıcak Çook Sıcak..


Blogspot benim tembel olduğumu düşünmesin, birkaç satır yazayım diye oturdum PC nin başına..Sıcak daha da sıcak, çok sıcak olacak diye bir şarkı söylüyordu bir genç bir ara, kafamın içinde o şarkı var, Özgür balkonda oturduğu için klimayı açamıyorum (motor orada) bilgisayarım diz üstü diilki ben de gideyim, bir de kızım kedim dizüstü kedi modunda ısrarla kucağımda oturmak istiyor sıcak mıcak dinlemeden, bir de yaş elli üstü.. Yani zaten sıcak çook sıcak,

Benim özgür ruhlu kocam balkondaki musluğa takılı hortumla, oturduğu yerden, (drinkini alırken:) oturduğu koltuğu, masayı, masadaki tuzluk, peçete vb. eşyayı, ara ara camları, çoklukla kendi bedeninin büyük bir kısmını yıkıyor ki O’nun 110 kg olduğunu düşünürseniz, büyük bir kısım hayli büyük oluyor.

Yani bu satırları bir şelale yakınında yazıyormuşum gibi bir ses var fonda.. daha fazla dayanamayacak yazıyı fazla uzatamayacağım, kızım izin verirse yazıyı burada noktalayıp, balkondaki sulara ulaşmalıyım..

Hadi hoşçakalın,

Geçenlerde pastel boya ile yaptığım "bebeler" isimli resmi ekleyeceğim resmin fotoğrafını net çekemedim ama bi resim eklemem lazım ya, prensip meselesi… aşağıya değil, yukarıya galiba.. tam sökemedim daha bu resim ekleme işini de..

Sevgiler…

25 Haziran 2008 Çarşamba

Ben de, ben de...




Bıraktım rüzgara kendimi geldim ben de, telaşla bakıyorum etrafıma şimdi, yabancı mı her şey bana,
Kendimi saatine bakan tavşanı izleyen Alis gibi hissediyorum, birden başka bir dünyada mı bulacağım kendimi,
ama ben iyi ya da kötü resimlerimi paylaşmak, iyi ya da kötü eleştiri almak için blog sahibi olmayı istemiştim,
sevdiklerim buraya geldi, benim "saklambacım" bile değişikliği yeniliği hep güç kabul eder, herşeyine son derece sadıktır, geldi buraya..
En sevgili Atalet'imiz de yüreklendirdi beni,
Geldim galiba bende, buradamıyım ne..
Bu masalar, sandalyeler niye bu kadar yüksek, ben neden bu kadar küçük görünüyorum..

Aslında ben blogcu olmaya karar verdiğimde burada sayfa açtığımı düşünerek açmıştım, benim sevgili arkadaşım çook eski dostum Hülya'm "emeklilik hobileri" yani " www.hulyayilmaz.blogspot.com " la tanımış O'nun tavsiyesiyle yeltenmiştim blogculuğa,
şimdilik diğer sevdiklerim gibi iki taraflı olayım bari...
Diğer blogda Çek maçında başarı gösteren Milli takımımıza başarılar dilerken yine diğer bloga onlar için eklediğim yağlıboya gülleri buraya da eklemeyi deneyeceğim, başarırsam bu gün yapılacak Almanya Maçı için sunmuş olayım Milli Takımımıza..

Ayrıca resimle ilgili (fikrini belirtmeyenlerden) eleştirilerinizi de hala beklemekteyim...

Sevgiler...